31 Aralık 2007 Pazartesi

Kral Öldü Yaşasın Yeni Kral: FXG

Maalesef aXXo'yu kaybettik. Uzun süredir "piyasaya" yeni DVDRip sürmemesi ve torrent siteleri ile yaşadığı bazı sorunlar, aXXo release'lerine olan talebi oldukça azalttı. Birçok kişi tarafından aXXo'nun veliahtı olarak gösterilen FXG, bundan sonra tahtın yeni sahibi olacak gibi görünüyor. Kaliteli görüntü ve 6 kanallı ses (AC3 5.1) imkanı ile 700 MB'lık rip'ler sunan ve hemen her gün yeni bir torrent ile karşımıza çıkan FXG, çoktan kendine özgü bir hayran kitlesi oluşturdu bile.

28 Aralık 2007 Cuma

There Will Be Blood

Daniel Day-Lewis Oscar ödülünü alalı epey zaman geçti. Şimdi ise hem onun için, hem de ödüllü yönetmen-senarist Paul Thomas Anderson için Oscar'ın tam zamanı.

Upton Sinclair’in 1927 tarihli "Oil!" Adlı romanından Paul Thomas Anderson tarafından beyaz perdeye uyarlanan, yapımcılığı ve yönetmenliği yine Anderson’a ait olan ve başrolünde büyük oyuncu Daniel Day-Lewis’in olduğu There Will Be Blood’da, Daniel Plainview adlı (Day-Lewis) bir madencinin petrol bulmasıyla değişen yaşamı, kısa sürede zengin oluşu anlatılırken açgözlülüğüne vurgu yapılıyor.

İki dalda 2008 Altın Küre Ödülleri’ne aday gösterilen (En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu – Drama), 80. Akademi Ödülleri’nde de Coen Kardeşler’in “No Country for Old Men”i ve Tim Burton'ın "Sweeney Todd"u ile yarışmasını beklediğim There Will Be Blood, 2008’in en çok övgü alan filmlerinden biri olacak gibi gözüküyor. There Will Be Blood, 1 Şubat 2008'de biz sinemaseverler ile buluşacak.

26 Aralık 2007 Çarşamba

Saw V - Gösterim Tarihi Belirlendi

Lionsgate, Testere serisinin 2008'de pas geçilebileceği söylentilerine rağmen, serinin 5. filminin 24 Ekim 2008'de gösterime gireceğini açıkladı. Tobin Bell yine Jigsaw rolünde. Testere 4'ün yönetmeni Darren Lynn Bousman, koltuğunu David Hackl'e bırakırken; Testere 5'in senaryosunu, aynı zamanda 4. filmin senaryosuna da imza atan Patrick Melton ve Marcus Dunstan yazacak. Pirates of the Caribbean serisinde olduğu gibi, 5. ve 6. filmlerin "birlikte" çekilip çekilmeyeceği hakkında ise bir bilgi yok.

Serinin takipçilerinin, devam filmlerini her şartta izleyeceğini varsayarsak, her iki filmin de en az 100'er milyon $ hasılat elde edeceğine kesin gözüyle bakıyorum.

15 Aralık 2007 Cumartesi

Hitman - Eleştiri

Oyun dünyasının en fazla hayran kitlesine sahip karakterlerinden biri olan Agent 47 ile 2000 yılının sonlarında tanışmıştık. O günden bugüne, tam dört defa bilgisiyar ekranlarımıza konuk olan 47, beyaz perdeye transfer olarak daha büyük bir kesime hitap etme şansı yakaladı.

Geçtiğimiz yıl Hitman filminin çekileceği açıklandığında herkesin aklına ilk olarak iki isim gelmişti: Vin Diesel ve Jason Statham. Ben de, bu role en iyi Jason Statham’ın gideceğini düşünmüştüm. Fakat daha sonra, rolün Timothy Olyphant’a verildiği bilgisi oyunseverlerde bir şüphe uyandırdı. Daha önce başrolde izleme fırsatı bulamadığımız, ancak son olarak Die Hard 4.0'da izlediğimiz Olyphant’ın performansından çok, Ajan 47’ye benzeyip benzemeyeceği merak konusuydu.

Konuya kısaca değinmek gerekirse, kendisine bir komplo kurulan ajanımız 47'nin peşine Interpol ve Rus ordusu düşer. Ajan 47, intikam için St. Petersburg ve İstanbul’da zorlu bir yolculuğa çıkar...

Üstüne basarak söylemek istiyorum, filmi izledikten sonra, Hitman’i Timothy Olyphant’tan başkasının daha iyi canlandıramayacağını düşündüm. Bakışları, konuşması, kırmızı kıravatlı siyah takım içindeki duruşu ve – özel çalışılmış olup 47’ninkinin adeta bir kopyası olan – “yürüyüşü” ortaya kusursuz bir Hitman çıkarıyor.

Oyun serisinin fanatiklerinden biri olarak diğer 47’nin diğer sevenleri için belirtmemde fayda var; bu filmi oyunun tüm özelliklerini görme beklentisi içinde izlemeyin. Neticede, bu bir sinema filmi, ve 47’nin film boyunca bir elinde boğma teli; diğer elinde şırıngayla sessizce yürümesini beklenemez. Ayrıca, oyunda bir klon olan 47'nin bu filmde küçük yaştan itibaren "yetiştirilmiş" bir "ölüm makinası" olduğunun belirtilmesi, gerçekçilik açısından bence çok daha iyi olmuş. Aksiyon janrının gereği olarak, uçuşan mermiler, parçalanan duvarlar, düşen boş mermi kovanları ve bolca kan; filmin verdiği heyecanı yüksek tutuyor. Tabii ki bunda 47’nin dövüş sanatlarında ve silahlardaki ustalığının filme çok iyi yansıtılmasının payı büyük.

Yazının başlarında da belirttiğim gibi, 47’nin duraklarından biri de İstanbul. Ayrıntıya girmek istemiyorum ancak Ajan 47’yi İstanbul sokaklarında dolaşırken görmek insanın yüzünde bir tebessüm bırakıyor.

Ajanımıza eşlik eden göz kamaştırıcı bayanın adı Olga Kurylenko. Kendisi, geçtiğimiz yıllarda birkaç Fransız yapımında oynamış olan Ukraynalı bir model. İnterpol ajanı rolünde ise Mission: Impossible II, Ripley’s Game ve TV’lerimizde de zaman zaman gösterilen The Ten Commandments (On Emir) filmlerinden tanıdığımız Dougray Scott var.

Sonuç olarak Hitman; hem oyunun fanatiklerinin, hem de sinemaseverlerin beğenisini kazanacak bir yapım. Kaliteli aksiyon filminin olmadığı, The Golden Compass gibi fanteziyi saçmalık seviyesine indiren bir yapımın vizyonda olduğu şu günlerde, verdiğiniz parayı boşa çıkarmayacak olan Hitman, olumlu bir eleştiriyi gerçekten hak ediyor.

Makinistin notu: Hitman serisinin 5. oyunu 2009’da oyunseverlerle buluşacak.



14 Aralık 2007 Cuma

I Am Legend

Siyahi aktörler arasında nedense Martin Lawrence ile birlikte bana en sempatik gelen aktör olan Will Smith'in başrolünü oynayacağı "I Am Legend", şu dönemde heyecanla beklediğim filmlerden biri.

"Post-apocalyptic" diye tabir edilen, büyük bir felaket sonrası dönemini konu alan filmlerden biri olan I Am Legend'ta, kanser aşısı olarak üretilen bir virüs, New York nüfusunun tamamını yok eder. Hayatta sadece, bu virüse karşı bağışıklığı olan virolog Robert Neville (Will Smith) kalır. Neville, üç yıl boyunca köpeğiyle yaşar ve hayata kalan insanları bulmaya çalışır; fakat hayatta kalanlar artık normal olmayıp, gün ışığına çıkamayan ve yamyamlaşan insanlar haline gelmiştir.

Türkiye'de "Ben Efsaneyim" adıyla gösterime girecek olan I Am Legend, Richard Matheson'ın 1954 tarihli aynı adı taşıyan romanını konu alıyor. Bu romandan uyarlanan başka bir film daha var: The Last Man on Earth (1964).

Filmle ilgili ilginç bir not da, New York'un ünlü Brooklyn Köprüsü'nde çekilen sahnenin, 5 milyon $'lık masraf ile, New York'ta şu ana kadar çekilmiş en pahalı sahne olması. Aşağıda fragmanlarını bulacağınız I Am Legend, muhteşem görsel efektleri ve yüksek bütçesi ile yeni yılın en iddialı yapımlarından biri olacak gibi görünüyor. I Am Legend, 25 Ocak 2008'de Türk sinemaseverlerle buluşacak.



11 Aralık 2007 Salı

Tarantino İşini Bilir

Benzerleri arasında en iyilerden biri olan aşağıdaki çarpışma sahnesini mutlaka hatırlıyorsunuzdur. O "kaza"nın sonrasında yola düşen bir adet kopmuş bacak vardı...

Ve Quentin Tarantino, bakın Death Proof'un çift diskli DVD tanıtımın nasıl yaptırıyor. Vallahi bravo...

8 Aralık 2007 Cumartesi

Yeni Terminator Üçlemesi Hakkında

Sinema dünyası, son iki haftadır, Terminator serisinin devamı niteliğindeki yeni üçlemenin ilk filmi olan Terminator Salvation: The Future Begins (2009) hakkında çıkan haberlerle çalkalanıyor.

İlk olarak, Christian Bale'in filmde yer alabileceği söylenmiş, ancak Bale'in, "yok edici"yi mi, 30 yaşındaki John Connor'ı mı canlandıracağı kesinlik kazanmamıştı. Daha sonra ise, The Hollywood Reporter, Bale'in çok büyük bir ihtimalle John Connor olacağını yazdı. Fakat, John Connor'ın filmde yardımcı bir rolde olacağı, yeni filmin farklı bir karaktere odaklanacağı söylendi. Christian Bale gibi büyük bir aktöre yeni Terminator filminde bir yardımcı rol teklif edilmesinin arkasında ne var, henüz bilmiyoruz.

Ne olursa olsun, biz Terminator tutkunları, bu yeni seride T-800 (Schwarzenegger) ya da T-1000'den (Robert Patrick) mutlaka birini görmek istiyoruz (Michael Biehn de olabilir). Kısacası, yeni Terminator üçlemesinde mutlaka en az bir "cameo" olmalı.



1 Aralık 2007 Cumartesi

Beowulf - Eleştiri

Beowulf, ortaya çıkışı yaklaşık 1000 yıl öncesine dayanan, her ne kadar konusu İskandinavya'da geçse de yerini İngiliz edebiyatında almış olan bir kahramanlık destanı. Destana adını veren kahraman Beowulf, Geat (bugünkü İsveç) milletinin yenilmez bir savaşçısıdır. Frisia (bugünkü Danimarka) kralı Horthgar, ucube Grendel'i öldüren kişiye büyük zenginlikler vaat eder. Bunun üzerine Beowulf, savaş arkadaşı Wiglaf ve emrindeki adamlarıyla birlikte denizi geçerek Frisia'ya gelir. Grendel'i öldürür ve kahraman ilan edilir. Ancak Grendel'in annesinin Beowulf hakkında planları vardır.

Oscar'lı yönetmen Robert Zemeckis (Back to the Future, Forrest Gump) daha önce The Polar Express filminde Tom Hanks için uyguladığı görsel efekt tekniklerini Beowulf'ta tüm karakterler için uygulamış. "Motion Capture" adı verilen teknik sayesinde, oyuncuların vücutlarına yerleştirilen cihazlar, tüm hareketleri birebir şekilde bilgisayar ortamına aktarıyor, ve bilgisayar ortamındaki modellerin üzerinde çalışılarak oyuncuların adeta gerçek hallerine benzeyen sanal karakterler ortaya çıkarılıyor. Motion Capture ve "Real D" teknikleri aslında uzun bir süredir kullanılan teknolojiler, ancak ilk defa Beowulf'ta böyle bir amaç için kullanılmışlar.

113 dakika süren ve yaklaşık 150 milyon $'lık bütçeye sahip Beowulf, büyük bir oyuncu kadrosuna sahip. Başrolde, Beowulf karakterine hayat veren Ray Winstone var. Filmde ayrıca, Anthony Hopkins, John Malkovich, Robin Wright Penn, Brendan Gleeson ve Angelina Jolie yer alıyor. Bu usta oyuncuların "sanal" ortamdaki benzerlerini görmek her sinemasever için unutulmayacak bir deneyim. Destanı, Neil Gaiman ve Roger Avary senaryoya haline getirmiş. Görüntü yönetimi Robert Presley'e, soundtrack ise Alan Silvestri'ye ait.

Bir destandan beklendiği üzere Beowulf, fantastik ve epik öğeler içeriyor. Filmi, konusunu daha önceden bilen biri olarak izlememe ve senaryonun oldukça "klişe" olmasına rağmen, görselliğin akıcı bir anlatımla birleşmesiyle, Beowulf sizi en başından itibaren içine alarak kuzeyin karlı topraklarında unutulmaz bir maceraya çıkarıyor. Karakterlerin yüzlerine yapılan yakın çekimlerin, suyun ve silahların üzerinde oluşan yansımaların mükemmelliği Beowulf'u görsel efekt dalında 2008 Oscar Ödülleri'nin en büyük adayı haline getiriyor.

Makinistin notu: Beowulf'un büyük bir bonus'u var: Angelina Jolie. Yer aldığı sahneleri kısa olmasına rağmen hikayede önemli bir yer tutan Grendel'in annesini canlandıran Jolie, perdede gözüktüğü anlarda izleyiciyi derinden etkilemeyi başarıyor. Bir de büyük usta Atilla Dorsay'ın "Sinefiller İçin" köşesindeki içeriğe benzer bir not düşmek istiyorum. Beowulf'ta Grendel'i canlandıran Crispin Glover, Zemeckis'in yönettiği Back to the Future'da George McFly'ı; Ursula'yı canlandıran Alison Lohman da, yine Zemeckis'in yönettiği 2003 yapımı Matchstick Men'de küçük üçkağıtçı Angela'yı canlandırmıştı.

30 Kasım 2007 Cuma

Christian Bale Terminator 4'te mi oynayacak?

Geçen hafta, Ain't It Cool News ve MovieWeb gibi sitelerde, benim gibi, kendisinin her filmine gözü kapalı gidecek Christian Bale hayranlarını heyecanlandıran bir haber yayınlandı. Bu habere göre, Terminator serisinin 4. filmi olan Terminator Salvation: The Future Begins'te John Connor'ı Christian Bale canlandıracaktı. İnternette adeta bir bomba etkisi yapan bu haber daha sonra güncellendi, ve Christian Bale'in "Yok Edici"yi de canlandırabileceği yazıldı. Gerçeğin su yüzüne çıkması için beklemek zorunda kalacağız; ancak Arnie'den sonra Terminator, Christian Bale abimize kesinlikle yakışır!

27 Kasım 2007 Salı

Iron Man

Beyaz perdeye uyarlanan çizgi roman kahramanlarının çoğu, büyük gişe hasılatları ile yapımcılarının; telif haklarıyla da Marvel'in (ve DC Comics'in) yüzünü güldürmüştür. Özellikle son 10 yılda (Batman ve Superman'i saymazsak) birbiri ardına gelen filmler içinde tabii ki en başarılısı Spider-Man olmuştur. Bunun yanında bu uyarlamaların; Daredevil (2003), Hulk (2003), The Punisher (2004) ve Elektra (2005) gibi eleştirmenlerce pek olumlu karşılanmayan ve gişede bekleneni veremeyen örnekleri de mevcuttur.

Marvel bu alanda son hamlesini, ilk defa 1963'de çizilen "Iron Man" ile yapıyor. Hikayeye göre, New York doğumlu olan kahramanımız Anthony (Tony) Stark; 15 yaşında MIT'de elektrik mühendisliği okumaya hak kazanıp daha sonra sınıf birincisi olarak mezun olan bir dahidir. 21 yaşında, ailesini bir trafik kazasında kaybetmesinin üzerine, Stark Industries adlı aile şirketinin başına geçer.

Amerikan ordusu için ürettiği mini-transistörlerin orduya nasıl yardımcı olduğunu görmek amacıyla Vietnam'a (sonradan Irak - Körfez Savaşı olmuştur) cepheye giden Stark, burada tuzağa düşürülür. Kalbinin çok yakınına saplanan bir şarapnel parçası yüzünden ölmek üzere olan Stark, esir alınıp atölyeden bozma bir yere kapatılır ve burada kendisi gibi esir alınan profesör Yin Sen ile vücudunu tamamen koruyan, bir nevi yaşam-destek ünitesi görevi gören süper güçlü bir zırh yapar. Esaretten kurtulup ABD'ye dönen Stark, zırhını sürekli geliştirerek, hem bir iş adamı, hem de Iron Man olarak sahip olduğu çift kişiliğini kullanarak kötülükle olan savaşını devam ettirir.

2 Mayıs 2008'de tüm dünyada gösterime girmesi beklenen Iron Man, Robert Downey Jr. tarafından canlandırılacak. Robert Downey Jr.'a Terrence Howard, Gwyneth Paltrow ve Samuel L. Jackson eşlik edecek.

http://en.wikipedia.org/wiki/Iron_man

http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Marvel_Comics_movies

23 Kasım 2007 Cuma

Rambo

Efsane geri dönüyor. Afganistan'daki büyük maceranın üzerinden geçen 20 yıl sonunda Sylvester Stallone'nin yazdığı, yönettiği ve oynadığı Rambo; Tayland'ın kuzeyine çekilmiş ve hayatını artık orada devam ettirmektedir. Savaşmayı bırakıp emekliye ayrılan ve sakin bir hayat sürdüren Rambo, Tayland-Burma sınırında 60 yıldır süren iç savaş içerisinde kaybolan Hıristiyan insan hakları gönüllülerine yardım etmek için kolları bir kez daha sıvar.


80'lerin ikonu haline gelen ve Rambo'yu 1982, 1985 ve 1988'de tam 3 kez canlandıran Sly, geçtiğimiz yıl son bir kez daha oynadığı Rocky Balboa'dan sonra bu kez de John Rambo'yu yeniden hayata döndürüyor. Eleştirmenlerden çok iyi notlar alan Rocky Balboa'nın Stallone'ye verdiği büyük krediyle, 25 Ocak 2008'de ABD'de gösterime girmesi beklenen Rambo'nun (diğer adı Rambo 4) da serinin ve Sly'ın fanatiklerini hayal kırıklığına uğratmayacağına kesin gözüyle bakıyorum.

http://movies.break.com/rambo/


21 Kasım 2007 Çarşamba

Hitman

Oyunseverlerin uzun süredir büyük bir heyecanla beklediği ve bilgisayar oyunlarının beyaz perdeye uyarlanmasının bir çok zorluğuna rağmen oldukça iddialı gelen Hitman'in bir otel odasında geçen son fragmanı geçtiğimiz hafta yayınlandı.

Takipçileri zaten bildiği için, Hitman'in geçmişini anlatmadan film hakkında bilgi vermek gerekirse, kendisine bir komplo kurulan ajanımız 47'nin peşine Interpol ve Rus ordusu düşer. Doğu Avrupa'da zorlu bir yolculuğa çıkan Ajan 47, para karşılığı adam öldürmesi için "The Agency" olarak bilinen kurum tarafından kiralanır.

7 Aralık'ta ülkemizde gösterime girmesi beklenen Hitman'in yüksek çözünürlükteki teaser'ını ve son fragmanını aşağıda bulabilirsiniz.



15 Kasım 2007 Perşembe

aXXo Release

aXXo'nun DVDRip release'lerine kolaylıkla ulaşabileceğiniz, içerdiği filmler hakkında tanıtım amaçlı görsel malzeme sunan, beğendiğim bir blog'u sizlerle paylaşmak istiyorum. aXXo'yu, daha önce Mininova ve SuperFundo'daki kullanıcı sayfalarından takip etmekteydim. Ancak, bu blog hem diğer sayfalar gibi sık güncelleniyor, hem de onların aksine film künyeleri ve CD kapakları içeriyor. Ayrıca filmlerin büyük boyuttaki posterlerine de buradan ulaşmak mümkün.

Makinistin notu: Torrent'leri indirmek için tavsiye ettiğim yazılım "µTorrent". RAM'de, Azureus ve BitComet ile kıyaslanmayacak kadar az yer işgal ediyor. Üstelik boyutu da yaklaşık 200 kB. Filmleri oynatmak için gereken video oynatıcı ve kod çözücüye de buradan ulaşabilirsiniz.

26 Ekim 2007 Cuma

Saw IV - Eleştiri

Saw serisi, ustalıkla yazılmış senaryosu ve izleyiciyi daha önce görmeye alışık olmadığı “gore” ile gererek hem gişede büyük başarı yakalamış, hem de kendine has bir hayran kitlesi oluşturmuştu. Bu kitleye dahil biri olarak, uzun bir süredir beklediğim Saw 4’ü (Testere 4) vizyona girdiği ilk gün izleme olanağı buldum.

Testere 4'ün, hikayeyi 3. filmin bıraktığı yerden devralması beklenirken film, genel olarak Testere 3 ile paralel gidiyor. Serinin müdavimlerinin hatırlayacağı gibi, Testere 3’ün sonunda Jigsaw/John Kramer (Tobin Bell) ve Amanda (Shawnee Smith) hayatlarını kaybetmiştir. Dedektif Kerry'nin cinayetinin öğrenilmesinden sonra iki FBI ajanı, Dedektif Hoffman'la birlikte Jigsaw'un son ölümcül oyununu çözmek ve bulmacanın parçalarını bir arayaya getirmek için harekete geçerler. Bu arada, SWAT kumandanı Rigg kaçırılmış ve birbirine bağlı tuzaklardan (testlerden) 90 dakika içerisinde kurtulmak zorunda bırakılmıştır. Rigg'in arkasında bıraktığı ipuçları, FBI'ı John Kramer'ın eski karısı Jill'e götürür...

Film, belki de tüm seri içerisinde izleyiciyi en çok geren anlara sahip olan bir “otopsi” sahnesi ile açılıyor. Spoiler vermemek için devamından bahsetmiyorum ancak 108 dakikalık filmin ilk 20 dakikası, yaşattığı gerilim açısından tüm seri içerisinde zirvede yer alıyor. Bundan sonra film, her zamanki gibi, içerdiği “akıl dolu” tuzaklar ile önce izleyiciyi gerip, sonra bir süre soluklanmasına imkan tanıyarak inişli çıkışlı temposunu en sona kadar başarılı bir şekilde devam ettiriyor, ve Testere serisinin adeta imzası haline gelen sürpriz bir son ile sona eriyor. Bu filmde de Jigsaw, hayata dair mesajlar vermeye devam ediyor.

Sinemaseverler arasında sıkça yapılan “3. film 2.den daha iyiydi; ama ilk film en iyisiydi.” tarzında eleştirilerin, konunun bir bütün olarak ilerlediği Testere gibi seriler için pek uygun düşmediğini belirtmek istiyorum. Daha önce de ifade ettiğim gibi, Testere 3 ile oldukça paralel olarak ilerleyen Testere 4’ün bu tip bir kıyaslamaya sokulmasının senaristlere haksızlık olacağını düşünüyorum.

Özetlemek gerekirse, John Kramer’ın geçmişine, Jigsaw karakterine dönüşmesine, “oyun oynamak” için kurbanlarını nasıl seçtiğine, tuzaklarını nasıl hazırladığına ve hatta “asıl mesleğine” dair bir çok soru işaretini "flashback"ler ile ortadan kaldıran, ama yine de yepyeni soru işaretleri ile gelen Testere 4, seriyi başarılı bir şekilde devam ettiriyor.

Makinistin notu: Daha önce sürekli TV yapımlarında yer alan Amerikalı aktör Tobin Bell’i hiç olmadığı kadar geniş kitlelere izlettiren Testere serisinin yapımcıları, 5. ve 6. filmler için Bell ile anlaşmışlar bile. Wikipedia’ya göre, Costas Mandylor da devam filmlerinde yer alacağı kesinleşen diğer bir isim. Bu arada, yaklaşık bütçesi 10 milyon $ olan Testere 4'ün, serinin diğer filmleri gibi 100 milyon $ barajını rahatlıkla aşacağını düşünüyorum.

"I wanna play a game." - Jigsaw/John Kramer

24 Ekim 2007 Çarşamba

DivX İzlemek İçin Gerekenler

Bilgisayarınızda DivX formatında film izleyebilmek için gereken iki adet temel yazılım olan codec (kod çözücü) ve altyazı destekli bir video oynatıcıya buradan ulaşabilirsiniz. Kendi bilgisayarımda da kullandığım bu kod çözücü paketinin adı UKP video oynatıcınınki ise Vplayer. Kod çözücü olarak bir diğer tercihim ise K-Lite. İndirme linkini aşağıda verdiğim bu pakette ihtiyacınız olan tüm kod çözücüleri bulabilirsiniz.

K-Lite Codec Pack

21 Ekim 2007 Pazar

Saw IV

Yaklaşık 1 yıl süren uzun bir bekleme döneminin ardından 26 Ekim'de görme şansına sahip olacağımız Saw IV'ün (Testere 4) konusu kısaca şöyle: Jigsaw (Diğer adıyla John Kramer - Tobin Bell) ve Amanda (Shawnee Smith) (hatırlayacağınız gibi, 3. filmin sonunda) hayatlarını kaybetmiştir. Dedektif Kerry'nin cinayetinin öğrenilmesinden sonra iki FBI ajanı, Dedektif Hoffman'la birlikte Jigsaw'un son ölümcül oyununu çözmek ve bulmacanın parçalarını bir arayaya getirmek için harekete geçerler. Bu arada, SWAT kumandanı Rigg kaçırılmış ve birbirine bağlı tuzaklardan 90 dakika içerisinde kurtulmak zorunda bırakılmıştır. Rigg'in arkasında bıraktığı ipuçları, FBI'ı John Kramer'ın eski karısı Jill'e götürür...

19 Ekim 2007 Cuma

The Bourne Ultimatum - Eleştiri

Eylül ayı boyunca vizyona girmesini beklediğim ve ABD’deki gösterim tarihinden yaklaşık 2,5 ay sonra, bayramın ilk günü izleme fırsatı bulduğum Jason Bourne’un son macerası hakkında bir eleştiride bulunmamanın, son yılların en büyük aksiyon kahramanına haksızlık olacağını düşünüyorum.

İlk defa 2002’de Robert Ludlum'un romanından beyaz perdeye uyarlanan The Bourne Identity filmi ile tanıştığımız Jason Bourne’u beyaz perdenin diğer ajanlarından ayıran özellikleriyle benimsemiş, kendimize oldukça yakın hissetmiştik. Önceden belirlenmiş kesin bir hedefinin olmaması, aksine yaşadığı hafıza kaybı sonucu kimliğini ve geçmişini aramaya, bu sırada da peşine salınan katillerden kurtulmaya çalışması ve bunu zekasını ve çabukluğunu kullanarak “geleneksel” yollarla başarması onu diğerlerinden ayırıyordu.

Hasret uzun sürmedi ve ilk filmin yönetmeni Doug Liman, 2004 yılında The Bourne Supremacy ile yerini Paul Greengrass’a bırakırken kahramanımız, kız arkadaşı Marie’yi kaybetmenin acısı ve bulmacanın parçalarının da yavaş yavaş yerlerine oturmasıyla, hayatını mahvedenlerden intikam almak için yola koyuluyordu. Greengrass ile birlikte, pek de alışık olmadığımız, en durgun sahnede bile titreşim ve daima hareket halinde olan kamera kullanımı; yakın plan çekim ile hızlı ve bol kesmeli kurgu sayesinde izleyiciyi sadece aksiyona odaklıyor, bazı hızlı sahnelerin kaçırılmasına ve gözün yorulmasına sebep olmasına rağmen bu teknik, temponun asla düşmemesini sağlıyordu. Elde edilen 270 milyon dolarlık hasılat ise, 3. filmin çekilmesi için yeterliydi.

İlk iki filmde dünyayı dolaşan kahramanımız, son filmde de gezisine Paris, Londra, Madrid, Tanca ile devam ederken, macerasını New York ile -şimdilik- sonlandırıyor. Bourne’un ilk iki filmde hesaplaştığı kiralik katilleri, Clive Owen ve Karl Urban’dan sonra, serinin son filminde Edgar Ramirez ve Joey Ansah canlandırıyor. Özellikle, Bourne’un Tanca’da Desh Bouksani (Joey Ansah) ile dövüştüğü sahne, tüm zamanların en iyi kotarılmış ve ajan filmlerinde benzerine pek rastlanmayan aksiyon sahneleri arasına girecek türden. Bourne’un olmazsa olmazı haline gelen araçlı takip sahneleri izleyiciyi koltuğuna çivilerken, Paul Greengrass bu filmde de, -her ne kadar gözün alışması zaman alsa da- bahsettiğim çekim tekniklerini usta dublörlük ile birleştirerek CGI kullanmadan da aksiyonun dozunun zirveye çıkarılabileceğini herkese gösteriyor.

David Strathairn ve Joan Allen, yardımcı rollerde büyük oyunculuklarını konuşturarak ön plana çıkıyorlar. Ancak Julia Stiles’ın Matt Damon’ın yanına uygun gitmediğini, hatta çok gereksiz bir karakteri canlandırdığını düşünmekteyim. Ayrıca Moby'nin çok beğenilen Extreme Ways'i de Jason Bourne karakteriyle adeta özdeşleşti. Filmin soundtrack'i ise piyasaya çıkmış durumda.

Sonuç olarak, ilk iki filme göre daha iyi kurgulanmış olan bu film, üçlemeyi en iyi şekilde, akılda soru işareti bırakmadan sonlandırıyor. Bekleneni veremeyen ve serisini zirvede sonlandırmayı başaramayan devam filmlerinden her şeyiyle ayrılan The Bourne Ultimatum, gelmiş geçmiş en iyi aksiyon filmleri arasına girmeyi sonuna kadar hak ediyor.

16 Ekim 2007 Salı

Awakenings

Beyaz perdeye gerçek yaşamdan uyarlanan ve başroldeki karakterlerin özürlü ya da nadir görülen bir hastalığa yakalanmış olduğu filmler bilindiği gibi Oscar yarışına her zaman bir adım önde girerler. Bunun en iyi örnekleri, 1989'da Daniel Day-Lewis'e "En İyi Erkek Oyuncu" Oscar'ını kazandıran My Left Foot ve 1988'de Dustin Hoffman'a kazandırdığı "En İyi Erkek Oyuncu" dahil olmak üzere 4 dalda Oscar sahibi olan Rain Man'dir. Aslında bu filmleri "en iyi" yapan, işledikleri hikaye değil; rolleri adeta yaşayarak oynayan usta oyunculardır.

Bu iki başyapıtın yanında, pek az kimsenin bildiği ve Robert De Niro'nun hayatının en iyi oyunculuğunu ortaya koyduğu bir film daha var: Awakenings.

1990 yapımı filmde De Niro, başrolü Robin Williams ile paylaşıyor. Filmin konusundan kısaca bahsetmek gerekirse, nörolog Malcolm Sayer (Williams), şizofreninin bir tipi olan, zihinsel ve fiziksel bozukluk sonucu hastanın sürekli kımıldamadan yattığı "katatoni" için bir ilaç geliştirir. İlacın ilk uygulandığı hasta olan Leonard Lowe (De Niro), uyanmasıyla birlikte yepyeni hayatıyla mücadele etmeye başlar.

Tüm sinemaseverlere ve oyuncu adaylarına bu müthiş filmi izlemelerini şiddetle tavsiye ederken, Robert De Niro'nun bu filmle sonuna kadar hakettiği 3. Oscar'ını alamayıp adaylıkla yetinmesini Akademi'nin büyük bir hatası olarak nitelendiriyorum.

15 Ekim 2007 Pazartesi

1408 - Eleştiri

1408, konu olarak Stephen King’in aynı adı taşıyan kısa hikayesini temel alıyor. İsveçli yönetmen Mikael Håfström (Derailed) tarafından sinemaya uyarlanan filmin başrolünde John Cusack, yardımcı rolünde ise usta aktör Samuel L. Jackson bulunmakta.

Tıpkı Stephen King gibi korku-gerilim romanları yazarı olan Mike Enslin (Cusack), kızının vefatından sonra Tanrı’ya ve doğaüstü olaylara inancını yitirmiştir. Eşinden ayrılan ve Los Angeles’a yerleşen Enslin, perili olduğu iddia edilen otellere gidip yazacağı kitaplara malzeme toplamakta ve doğaüstü güçlerle karşılaşamamasına rağmen, kitaplarında tam tersini anlatmaktadır. Son kitabını yazdıktan sonra Enslin, New York Dolphin Oteli’ndeki 1408 no’lu odaya isimsiz bir kartpostal ile davet edilir. “Bir şeyler” görme amacında olan Mike Enslin, otel müdürü Gerald Olin’in tüm uyarılarına rağmen 1408’e yerleşir.

Filmi kolaylıkla iki bölüme ayırmak mümkün. Enslin’in 1408 no’lu odayı dolaşmasıyla sonlandırabileceğimiz ilk bölümün sonuna doğru gerilim zirveye tırmanıyor, ancak ikinci yarıda fantastik korku öğelerinin devreye girmesiyle gerilim ortadan kalkıyor ve film, izleyiciyi bir sürpriz son beklentisi içine sokuyor. Benim gibi, bir gerilim filminde aniden korkmaktan çok, sürekli diken üstünde olmayı tercih eden biri için filmin ikinci yarısı oldukça sıkıcı bir hal aldı. John Cusack’ın çok iyi bir oyunculuk sergilemesine rağmen, film -çok derin bir alt metne sahip olmasından mı yoksa senaryonun zayıflığından mı diyeyim- izleyiciyi, daha izlerken düşünmeye sevk ediyor, ve atmosfer bu durumdan oldukça zarar görüyor.

Samuel L. Jackson, filmde kısa süreliğine yer almasına rağmen, harika bir performans sergiliyor. Sanat yönetmeni de, filmin en etkileyici sahnelerine imzasını atarak büyük iş çıkarıyor. Film boyunca hakim olan “sarı” rengin benim için filmle adeta özdeşleştiğini belirtmeliyim.

The Shining gibi bir başyapıt ile 1408’in aynı yazarın elinden çıkması gerçekten ilginç. Kubrick Usta’nın The Shining’ini beğenmeyen Stephen King’in bu adaptasyon için ne diyeceğini merak ediyorum. Sonuç olarak, bu filme on üzerinden altı kurukafa yeter.

Makinistin notu: Filmin ülkemizde gösterilen sonuna alternatif olarak ABD sinemalarında gösterilen bir sonu daha var. Dolayısıyla filmin bir mutlu, bir de mutsuz sonu bulunuyor. Her iki sonu da görebilmek için 1408’in DVD’sini beklemek gerekecek.

9 Ekim 2007 Salı

30 Days of Night

Bilindiği gibi, kutup dairelerinin kutuplara doğru geçilmesiyle birlikte, gece-gündüz süreleri 24 saatlik zaman dilimini aşmaya başlar. Örneğin, 21 Aralık günü kuzey kutup dairesi, 24 saat süren bir geceyi yaşamak zorundadır. Yılın belli günlerinde bu süre, kutba doğru gidildikçe artar; ve nitekim zifiri karanlık, günlerce hatta aylarca hüküm sürmeye başlar.

Türkiye'de "30 Gün Gece" adıyla gösterime girecek olan filmin konusu ise kısaca şöyle: Alaska’nın her yıl 30 gün süreyle karanlığa gömülen Barrow kasabası, kanasusamış vampirler tarafından vahşice saldırıya uğruyor. Vampirlere sadece iki kişi, bu küçük kasabanın şerifi (Josh Hartnett) ve aynı zamanda onun yardımcısı olan karısı (Melissa George) direniyor.

Film, aynı adı taşıyan çizgi roman serisini baz almış. Çok tutulan ve okunan bu serinin başarısı üzerine filmin çekilmesine karar verilmiş. Filmin yapımcısı, Spider-Man serisinin de yönetmeni olan Sam Raimi. Raimi, yönetmen koltuğunu ise David Slade’e bırakmış. Filmin çekimleri, önceden planlandığı gibi, 70 gün sürmüş. 2007’nin en iyi korku filmi olma iddiasındaki 30 Days of Night, ABD’de 19 Ekim’de gösterime girerken, Türk sinemaseverler 16 Kasım’ı beklemek zorunda kalacak.

22 Haziran 2007 Cuma

Nicolas Cage

7 Ocak 1964 doğumlu Nicolas Cage, 1995 yılında "En İyi Erkek Oyuncu" dalında Akademi Ödülü’nün sahibi olmuştur.

Çocukken birçok oyun ve televizyon şovlarında yer alan Nicolas Cage, San Fransisco'daki Amerikan Konservatuarı'nda tiyatro eğitimi aldı. Los Angeles'ın kenar mahallelerinden birinde dünyaya gelen Cage, özellikle sürekli, depresyon geçiren annesinin ilgisizliğinden kaynaklanan kötü aile koşulları içerisinde büyüdü. Okuldan nefret ederek bir an evvel okulu bitiren aktör, ilk olarak kısa dönem TV dizilerinde oynadı. 1982 yapımı "Fast Times at Ridgemont High" filminde küçük bir rol alan Cage, böylece sinemaya ilk adımını atmış oldu.

Esas ismi Nicolas Coppola olan ve ünlü yönetmen Francis Ford Coppola'nin yeğeni, aynı zamanda da Sofia Coppola’nın kuzeni olan Cage, amcasının "Rumble Fish (1983)" adlı filminde rol aldı. Aynı yıl kendisini yıldızlığa yükselten film "Valley Girl"de oynayan aktör, yine yönetmenliğini amcası Coppola'nın yaptığı ve başrolünde Kathleen Turner'ın da yer aldığı "Peggy Sue Got Married" adlı filmde rol aldı.

Deneysel performansları tercih eden yetenekli oyuncu, stüdyo filmlerinden, medyatik gösterilerden ve Hollywood eleştirmenlerinden kaçmayı hep başardı. Cher ile birlikte rol aldığı ve Cher’e "En İyi Kadın Oyuncu" dalında Akademi Ödülü kazandıran Norman Jewison'un "Moonstruck (1987)" adlı dönemin aşk filmlerine yeni bir soluk getiren filmde oynadı.

Bu filmdeki performansı ile Coen Kardeşler’in dikkatini çeken Cage, yönetmenlerin "Raising Rizona" adlı filminde yer aldı. Bu iki filmle giderek ünlenen aktör, 1990 yapımı "Vampire's Kiss" ve 1992 yapımı "Honeymoon in Vegas" adlı filmlerle çıkışını sürdürdü.

Artık film başına 4 milyon dolar gibi yüksek rakamlar alabilen bir oyuncu haline gelen Cage, Mike Figgis'in bağımsız yapımı "Leaving Las Vegas" (1995) da düşük bir ücretle görev aldı. İntihar etmeye karar veren bir alkoliği canlandırdığı filmle "En İyi Erkek Oyuncu" dalında Oscar Ödülü'nün sahibi oldu. Bu film, aynı zamanda ünlü aktris Elizabeth Shue’ya Oscar adaylığı getirmişti.

Daha sonraki senelerde genellikle aksiyon filmlerinde izlediğimiz aktör, Sean Connery ile başrolü paylaştığı, aynı zamanda Alcatraz hapishanesinin de lakabı olan "The Rock"ta, mahkumlarca kaçırılan bir uçağın içerisinde azılı katillerle mücadele eden kahraman eski polisi canlandırdığı "Con Air”de, John Woo'nun yönetmenliğini üstlendiği ve başrolünü John Travolta ile paylaştığı "Face/Off "ta bu janr için biçilmiş kaftan olduğunu tüm sinemaseverlere gösterdi.

Meg Ryan'ın da rol aldığı romantik bir film olan ve ünlü Alman yönetmen Wim Wenders'in "Wing of Desire" adlı filminden esinlenen "City of Angels" ile tarzını değiştiren Nicolas Cage, "Snake Eyes" filmiyle aksiyon filmlerine dönüş yaptı. "Nosferatu" adlı sessiz korku filminin yapılışını konu alan "Shadow of the Vampire" ile yapımcılığa yönelen Cage, 2000 yapımı "Gone in 60 Seconds" için 20 milyon dolar ücret aldı.

Aktör, aynı yıl içinde çekilen "Family Man" isimli filmde, yoğun bir iş yaşamı ile güzel, huzurlu bir yuva arasında seçim yapmak zorunda kalan Jack Campbell karakterini başarıyla canlandırdı. 2001 yılında "Corelli'nin Mandolini" isimli filmde 2. Dünya Savaşı sırasında bir Yunan adasında köyün güzeli Pelagia'ya aşık olan İtalyan askerini canlandırdı. Yine 2002 yılında çekilen ve 2. Dünya Savaşı sırasında geçen "Windtalkers"ta, şifre çözücü iki düşman askerini koruma görevi verilen Çavuş Joe Enders karakterine hayat verdi.

Kendisine Oscar adaylığı getiren "Adaptation (2002)"da ünlü bir senaryo yazarı olan Charlie Kaufman ve onun gerçek olmayan ikizi Donald Kaufman’ı, 2003 yapımı "Matchstick Men" filminde de temizlik hastası usta dolandırıcı Roy Waller’ı başarıyla canlandırarak her türlü rolde başarılı olabileceğini gösterdi.

Gişede en başarılı filmi olan "National Treasure"da Benjamin Franklin Gates karakterini oynayan aktörü son olarak, "Lord of War", "The Weather Man", "The Wicker Man", "World Trade Center", senaryosunun zayıflığına rağmen kaliteli görsel efektlere sahip olan ve gişede büyük hasılat elde eden "Ghost Rider", ve son olarak "Next" filmlerinde görme şansına sahip olduk. Favori aktörlerimden olup her rolün adamı olan, ve şimdiden "Ghost Rider 2" için anlaşan Nicolas Cage’in "National Treasure: The Book of Secrets" filmini sabırsızlıkla beklemekteyim.

Makinistin notu: Marvel karakterlerinden Ghost Rider'ın hayranı olan Cage, vücudunda Ghost Rider dövmesi taşımaktadır. Ancak, filmin çekimlerinde bu dövme, makyajla kapatılmak zorunda kalmıştır.

kaynak: Wikipedia

21 Haziran 2007 Perşembe

Hot Fuzz

Hot Fuzz, 2007 yapımı bir aksiyon komedi. Shaun of the Dead'te (2004) birlikte çalışan ikili Edgar Wright ve Simon Pegg tarafından yazılan senaryosuyla bu yılın en başarılı filmlerinden biri olmaya aday. Aynı zamanda Hot Fuzz' da, Edgar Wright yönetmen koltuğunda ve Simon Pegg başrolde.

Londra'nın olağanüstü başarılı polis memuru Nicholas Angel (Simon Pegg) işinde öylesine mükemmeldir ki, meslektaşları bundan rahatsız olur. Bunun üzerine Angel'ın şefleri, onu huzur dolu, "suç" kelimesinin telaffuz dahi edilmediği, 20 yıldır herhangi bir cinayetin gerçekleşmediği bir kasabaya, Sandford'a gönderir. Fakat Angel'ın kasabaya gelmesiyle şüphe dolu olaylar gerçekleşmeye başlar. Kendine bir ortak edinen Angel, ayağının tozuyla Sandford'daki işleri yoluna koymaya çalışır. Bu sırada Angel'ın başına beklenmedik olaylar gelecektir.

Hot Fuzz, Bad Boys ve Miami Vice gibi "kanka polis" filmleri ile birlikte; Police Academy serisini de ti'ye alıyor. İngilizce içeriğe sahip "firstshowing.net" sitesinde, bu göndermeler ayrıntılı olarak işlenmiş. Filmin ülkemizdeki gösterim tarihi 13 Temmuz.

Makinistin Notu: Simon Pegg'i, yardımcı rollerin usta oyuncusu David Morse'a fena halde benzettiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Son olarak, İngilizce "fuzz" kelimesinin argoda "polis" anlamına geldiğini de belirtmek istiyorum.




19 Haziran 2007 Salı

Fantastic Four: Rise of the Silver Surfer

2005 yapımı Fantastic Four'un dünya çapında elde ettiği 330 milyon $'lık başarısı üzerine çekilen devam filmi Fantastic Four: Rise of the Silver Surfer'da mutant kahramanlarımız bu sefer dünyayı yok etmeye kararlı olan Silver Surfer (Gümüş Sörfçü) ve "gezegen yiyen" Galactus ile mücadele etmek durumunda kalıyorlar. Fakat bunun için de, eski düşmanları Dr. Doom ile ittifak yapmak mecburiyetindeler.

Marvel hayranlarının merakla beklediği Gümüş Sörfçü, Doug Jones'un canlandırması ve Laurence Fishburne'ün seslendirmesi ile sonunda dönüyor. Marvel karakterlerinin kullanıldığı filmlerin gişe hasılatının yüksek olmasında ve tüm çizgi romanlarını okumuş olanları bile sinemaya çekmesindeki en büyük etkenlerden biri olan görsel efektler ve görüntü yönetimi, beklendiği gibi ilk filmden çok daha üstün.

15 Haziran'da ABD'de gösterime giren film, Türk sinemaseverlerle 27 Ağustos 2007'de buluşacak.


16 Haziran 2007 Cumartesi

Ocean's Thirteen - Eleştiri

Serinin ilk filmi Ocean’s Eleven (2001), 1960 yapımı olan ve Frank Sinatra’nın başrolünü oynadığı aynı adı taşıyan filmin yeniden çevrimiydi. Yeniden çevrimlerin izleyicide uyandırdığı merak ve filmin sahip olduğu zengin oyuncu kadrosu sayesinde Ocean’s Eleven büyük ilgi görmüş, hem seyirciden hem de eleştirmenlerden tam not alarak büyük bir gişe başarısı (445 milyon $) yakalamıştı. Bu büyük başarının ardından çekilen Ocean’s Twelve ise yapımcılarını mutlu edecek derecede (351 milyon $) gelir elde etmesine rağmen “zorlama” bulunan senaryosuyla beklentileri karşılayamadı. Ocean’s Twelve’in aldığı olumsuz eleştirilerden sonra serinin geleceği tehlikeye girdi, ancak her şeye rağmen Oscarlı yönetmen Steven Soderbergh’in ve oyuncu kadrosunun istekli oluşu sayesinde, bir üçüncü filmin çevrilmesinde anlaşma sağlandı.

Ocean’s serisinin üçüncüsü Ocean’s Thirteen (Ocean's 13), Reuben ile (Elliott Gould) Las Vegas’ta yeni bir kumarhane kurmak için ortak olan, ancak onu dolandıran Willie Bank’ten (Al Pacino) intikam almak ve bunun için de kumarhanesinin açılış gecesinde onu iflas ettirmek isteyen Danny Ocean’ın (George Clooney) ekibini tekrar toplamasını ve -serinin önceki filmlerini izleyenlerin tahmin edeceği gibi- muazzam bir soygun planını devreye sokmasını konu alıyor.

Filmin en büyük artısı büyük usta Al Pacino. Oynadığı her sahnede yeteneği ve karizmasıyla adeta şov yapıyor. Brad Pitt ve George Clooney ise her zamanki gibi adlarına yakışır bir oyunculuk sergiliyorlar. Önceki iki filmin aksine Ocean’ın ekibinde bayan yok, ancak Willie Bank’in “sağ kolu” olan Ellen Barkin zarafetiyle zaten bu eksiği dolduruyor. Bu arada, “Malloy Kardeşler”i canlandıran Scott Caan (Turk) ve Casey Affleck’in (Virgil) muhteşem uyumuna değinmeden geçemeyeceğim. Önceki filmlere kıyasla bu ikili, bu filmde daha çok ön planda ve yer aldıkları tüm sahneler izleyiciye eğlenceli anlar yaşatıyor.

Ocean’s Thirteen, serinin diğer filmlerinin aksine daha anlaşılır ve daha eğlenceli bir senaryoya sahip. Hikayenin kurulduğu ilk bölümde bile, izleyiciyi sıkmadan konuya dahil ediyor. İlk filmde, ve yine son dönemde birçok yapımda olduğu gibi “bulmacanın parçaları” filmin sonunda “bir anda” yerine oturmuyor, tam tersine hikaye ilerledikçe sonunu yavaş yavaş tahmin eder hale geliyorsunuz. Filmde yer alan ince espriler, izleyicinin hoşça vakit geçirmesini sağlıyor. Özellikle Andy Garcia’nın Oprah Winfrey’e verdiği cevaplar, deyim yerindeyse, izleyiciyi kırıp geçiriyor.

Kısacası Ocean’s Thirteen, Hollywood’da örneğine çok fazla rastlanmayan, “ilk filmin başarısını gölgede bırakan” bir yapım. Thirteen, size eğlenceli ve dopdolu iki saat vaat ediyor. Hoşça vakit geçirmek, ve her şeyden önemlisi, bir yıldızlar geçidi görmek istiyorsanız kaçırmayın derim.

13 Haziran 2007 Çarşamba

Ratatouille

Toy Story, A Bug's Life, Monsters Inc., Finding Nemo, The Incredibles ve Cars gibi animasyon şaheserlerinin yapımcısı Pixar'dan yeni bir animasyon daha: Ratatouille.

Filmin merkezinde, Paris'te büyük bir aşçı olma hayaliyle yaşayan Rémy adında bir fare(cik) var. Bu hayalini gerçekleştirmek için Paris'in ünlü bir restoranına giden Rémy, orada doğal olarak pek hoş karşılanmaz ve Rémy'den kurtulma görevi restoranın genç ve yeteneksiz aşçı yamağı Linguini'ye verilir. Fakat Rémy, kendisini bırakması halinde Linguini'ye onu çok iyi bir aşçı yapacağını söyler ve sonra, ikisi birlikte, restoranda müthiş işlere imza atarlar. Fakat güzel günler, restoranın kıskanç şefinin harekete geçmesiyle uzun sürmeyecektir...

Pixar'ın CV'sine dayanarak, bu filmin 2008 yılı Akademi Ödülleri'nde "En İyi Uzun Metrajlı Animasyon" dalında en güçlü adaylardan biri olacağına kesin gözle bakıyorum. Ratatouille, ülkemizde 24 Ağustos'ta vizyona girecek.

http://www.imdb.com/title/tt0382932/

11 Haziran 2007 Pazartesi

Tarantino'nun Son Bombası: Grindhouse

Yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği sıradışı filmlerle tüm sinemaseverlerin büyük beğenisini ve takdirini kazanan, kendisine ait bir hayran kitlesi oluşturan Quentin Tarantino’nun, kankası Robert Rodriguez’le ortaya koyduğu bir sıradışı film daha: Grindhouse.

Grindhouse, Tarantino'nun yönettiği "Death Proof" ve Rodriguez'in yönettiği "Planet Terror" adlı, birbiriyle bağlantılı olup gerçekte olmayan filmlerin reklamını yapan, hatta fragmanını gösteren iki adet filmden oluşuyor, yani bir antoloji. Fragmanını yazının sonunda bulabileceğiniz retro tarza sahip, B sınıfı filmin toplam süresi ise 191 dakika.

Rodriguez'in bölümü Planet Terror'de, bir yandan lideri Bruce Willis olan bir askeri birimle mücadele eden, bir yandan da kimyasal gaz sonucu insanların zombiye dönüştüğü şehirde hayatta kalmaya çalışan asi bir grubun hikayesi anlatılıyor. Tarantino'nun bölümü Death Proof'ta ise, genç kızları 1971 model Chevrolet Nova'sı ile katleden psikopat bir dublörü izleyeceğiz. Bu rolde tahmin edin kim var: Kurt Russell.

53 milyon $ tahmini bütçeli Grindhouse, ABD'de 6 Nisan'da gösterime girdiğinde, olumlu eleştirilere rağmen gişe beklentisinin oldukça altında kalmıştı. Ayrıca, film, ABD'de olduğunun aksine, bir çok ülkede iki bölüm halinde vizyona girecek. Death Proof 15 Haziran'da, Planet Terror ise 27 Temmuz'da Türk sinemaseverlerle buluşacak.











Oscar Ödülleri Tarihçesi

Akademi ödüllerinin, verilmeye başlandığı ilk yıldan bu yana, en prestijli 6 daldaki sahiplerinin tümünü bulabileceğiniz ve her sinemaseverin elinin altında bulunması gereken bir kaynak.

Buradan indirebilirsiniz.

Makinistin notu: Bundan sonra yükleyeceğim dosyaları yandaki sütunda bulunan "Download" linkine tıklayarak bulabilirsiniz.

5 Haziran 2007 Salı

Transformers

20'li yaş gençliğinin çok iyi hatırladığı, çizgifilmleri ve maketleriyle büyüdüğümüz Autobot'lar ve Optimus Prime, ya da kısaca Transformers, 6 Temmuz'da Türk sinemaseverler ile buluşacak. Aksiyon ustası Michael Bay'in (Bad Boys I & II, Armageddon, Pearl Harbor, The Island) yönettiği, Steven Spielberg'in yapımcılığını üstlendiği filmin fragmanını izleyince beklentilerin ne denli büyük olduğunu siz de göreceksiniz. Transformers'ın, temmuz ayında Live Free or Die Hard ile gişede kıyasıya bir mücadele vermesi bekleniyor.

30 Mayıs 2007 Çarşamba

Pirates of the Caribbean: At World's End - Eleştiri

2006’da rekorları alt üste eden Pirates of the Caribbean: Dead Man’s Chest’in bu devam filminde, kahramanlarımız Kaptan Barbossa (Geoffrey Rush), Will Turner (Orlando Bloom) ve Elizabeth Swann (Keira Knightley); Doğu Hindistan Ticaret Şirketinin kontrolünde, Uçan Hollandalı’sı ile denizlere hükmeden Davy Jones’un (Bill Nighy) garip bir dünyada tutsak ettiği Kaptan Jack Sparrow’u (Johnny Depp) kurtarmak için umutsuz bir maceraya atılıyorlar. Dünyanın sonuna, Singapur’a gidip Çinli kaptan Sao Feng (Chow Yun-Fat) ve korsan lordları ile ittifak edip hayatlarını ve kaderlerini belirleyecek son bir büyük savaşa hazırlanıyorlar.

Yazı, bu noktadan itibaren “spoiler” içermektedir.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Senaryo oldukça yoğun ve bir o kadar da derin, yani karşımızda gerçekten “elle tutulur” bir senaryo var. O yüzden, serinin önceki filmlerini izlemeyenlere ilk iki filmin DVD’lerini acilen bulup izlemelerini öneriyorum. Öyle ki, film, konuya hakim olanların bile kafalarında bazı noktalarda soru işaretleri bırakıyor, Karayip Korsanları’nı ilk defa izleyecek olanların ise ilk bölümde sıkılmaması imkansız. Bunun, filmin yeniden izlenebilirliğini artırmak için yapıldığını düşünüyorum.

Filmin süresi 168 dakika. Bu uzun bir süre, ancak gereksiz yere uzatıldığını düşünmeyin, karşımızda baştan sona eğlenceli, dolu dolu bir film var. Çok fazla spoiler vermek istemiyorum, ama bazı noktalara değinmeden de geçemeyeceğim. Hikayenin kurulduğu filmin ilk yarısı, yer yer eğlenceli olmakla birlikte; çoğu zaman durgun ve izleyiciyi bir aksiyon beklentisi içine sokuyor. Filmin ikinci yarısında ise kahramanlarımız Lord Beckett ile yaptığı anlaşma sonucu onun emrinde olan Davy Jones’un liderlik ettiği armadaya karşı savaşmak için korsanlar konseyini toplamak ve ikna etmek durumunda kalıyorlar (Jack Sparrow’un babası rolündeki Keith Richards’a dikkat).

Filmin son yarım saati ise adeta bir görsel şölen. Siyah İnci ve Uçan Hollandalı’nın kapışma sekansında, yağan yağmur, top atışlarıyla parçalanan güverteler ve havada uçuşan tahta parçaları izleyiciyi koltuğuna çiviliyor. Filmi asıl götüren ise, oyuncuların muhteşem performansları. Johnny Depp, Geoffrey Rush ve Bill Nighy adeta oyunculuk dersi veriyor. Bu arada, çok şirin ve komik olan zeki mi zeki maymun Jack’in de hakkını vermek lazım.

Artık klasik haline gelmiş, hemen hemen her ana haber bülteninde duymaya alıştığımız, büyük sanatçı Hans Zimmer’ın bestelediği soundtrack filmin atmosferini zirveye çıkarıyor.

Filmde beğenmediğim tek nokta, Jack Sparrow karakterinin, önceki filmlerle kıyasladığımızda biraz havada kalmış olması. Bunun asıl sebebi, filmin merkezinde Geoffrey Rush ve Keira Knightley’in olması. Her şeye rağmen, “Pirates of the Caribbean: At World’s End” seriyi muhteşem bir şekilde – sonlandırıyor demeyeceğim – devam ettiriyor, ve senaristler dördüncü film için de zemin hazırlamaktan kaçınmıyor. Zaten Disney’in milyarlarca dolarlık bu markadan faydalanmayı üç film sonunda bırakacağını düşünmüyorum.

Makinistin notu: Filmde cast akışının (credits) sonunda izleyiciyi bir sürpriz bekliyor. Spoiler vermemek için söylemiyorum, ama herkesin müthiş soundtrack eşliğinde sonuna kadar oturup beklemesini tavsiye ediyorum. Yurdum insanının film bitiminde sinemayı acilen terketme alışkanlığının engellenmesinin imkansız olduğunu biliyorum, ama artık filmlerin en sona konan görüntülerin sayısının artmasıyla bunun değişmeye başlaması gerek.

Savvy?

27 Mayıs 2007 Pazar

Live Free or Die Hard

John McClane yıllar sonra geri döndü! Bruce Willis ile adeta özdeşleşmiş olan McClane karakteri, daha önce Die Hard (1988), Die Hard 2 (1990) ve Die Hard: With a Vengeance (1995) filmlerinde karşımıza çıkmıştı. Fragmanda da görüldüğü gibi, serinin dördüncü filminin aksiyon dozu öncekilere kıyasla oldukça yüksek. John McClane yine sembol haline gelmiş beyaz atleti ile maceradan maceraya koşacak. Die Hard 4.0'ın ülkemizdeki gösterim tarihi kesinleşmemekle beraber, film, ABD'de 27 Haziran'da sinemaseverlerle buluşacak. Yönetmen, Underworld ve Underworld: Evolution ile kendisini kanıtlamış bir isim olan Len Wiseman. Kötü adam rolünde Timothy Olyphant'ın performansı ise merak konusu.


25 Mayıs 2007 Cuma

Hitman - Agent 47

Bilgisayar oyuncularının kalbinde ayrı bir yeri olan "Agent 47" nin filmi yapılacağı geçtiğimiz yıl duyurulmuş, oyuncu seçimine başlandığı açıklanmıştı. 47'yi kimin canlandıracağı tam olarak bir soru işaretiydi, fakat beklentiler iki isim üzerine yoğunlaşıyordu: Vin Diesel ve Jason Statham. Oyunseverler tarafından 47'nin bu iki isimden biri tarafından canlandırılacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak "Hitman" olarak sürpriz bir isimle anlaşıldı: Timothy Olyphant.

Olyphant, sinemaseverlere oldukça yabancı gelen bir isim. 1968 doğumlu aktörün filmografisini incelediğimizde, başrol oynadığı film sayısının çok az olduğunu, ve hep karakter rolleri oynadığını görüyoruz. Benim de gönlümden Statham geçiyordu, ama bekleyip görmekte fayda var. Film, bu yıl içerisinde gösterime girecek.

22 Mayıs 2007 Salı

Pirates of the Caribbean: At World's End

25 Mayıs'ta tüm dünya ile aynı anda vizyona girecek olan ve serinin "şimdilik" son filmi 'Pirates of the Caribbean: At World's End'in resmi fragmanı. Bakalım, Kaptan Jack Sparrow - Davy Jones düellosundan kim galip çıkacak?

21 Mayıs 2007 Pazartesi

Shrek 3'ten Rekor

Geçtiğimiz haftasonu ABD'de gösterime giren Shrek serisinin son filmi 'Shrek 3', 122 milyon $ hasılat ile en iyi açılış gerçekleştiren animasyon ünvanının sahibi oldu. Eski açılış rekoru, 108 milyon $ ile Shrek 2'ye aitti. Serinin ilk filmi 'Shrek' dünya çapında 455 milyon $, 'Shrek 2' ise 880 milyon $ hasılat elde etmişti.

Genel açılış rekorunu 135 milyon $ ile elinde bulunduran 'Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest' bu rekoru geçtiğimiz günlerde 151 milyon $ ile Spider-Man 3'e devretmişti. Bakalım kaptanımız Jack Sparrow 'Pirates of the Caribbean: At World's End' ile muhteşem bir dönüş gerçekleştirebilecek mi?

'Pirates of the Caribbean: At World's End' 25 Mayıs, 'Shrek 3' ise 15 Haziran 2007'de ülkemizde izleyiciyle buluşacak.

20 Mayıs 2007 Pazar

2008 Akademi Ödülleri

Amerika Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarafından yapılan açıklamada, 80’inci Oscar ödülleri töreninin, 24 Şubat 2008 Pazar günü yapılacağı, ayrıca Oscar adaylarının da 22 Ocak Salı günü ilan edileceği kaydedildi. Bilindiği gibi, ödüller 2002'den beri kullanımda olan Kodak Tiyatrosu'nda sahiplerini bulacak.

13 Mayıs 2007 Pazar

Anket Arşivi

Blog'da yer alan tüm anketlerin sonuçlarına buradan ulaşabilirsiniz.

***

Anket #1: Aşağıdaki Oscar galibi filmlerden en çok hangisini beğendiniz? (Kullanılan oy: 17)

Forrest Gump: %40
Unforgiven: %24
Gladiator: %18
The Departed: %12
Crash: %6

***

Anket #2: En iyi James Bond sizce hangisi? (Kullanılan oy: 15)

Daniel Craig: %40
Pierce Brosnan: %33
Roger Moore: % 20
Sean Connery: % 7
George Lazenby: %0
Timothy Dalton: %0

***

Anket #3: En sevdiğiniz süper kahraman hangisi? (Kullanılan oy: 15)

Spider-Man: %47
Batman: %33
Superman: %13
Wolverine: %7

***

Anket #4: Sizce hangisi en büyük? (Kullanılan oy: 16)

Al Pacino: %56
Robert De Niro: %44

***

Anket #5: 2007'nin ilk yarısında aşağıdaki popüler filmlerden hangilerini izlediniz? (Kullanılan oy: 45)

300: %24
Pirates of the Caribbean 3: %22
Spider-Man 3: %20
Ocean's Thirteen: %20
Shrek 3: %10
Ghost Rider: %4

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Sinema Bilgisini Test Etmek İsteyenlere

Çok film izlemiş olanlar ve sinema konusunda kendine güvenenler için bir site. Filmlerin herhangi bir yerindeki kareden filmin tam adını bulmaya çalışıyorsunuz. Şimdilik sitede 4 adet test var, ancak zamanla yenilerini ekliyorlar, o yüzden zaman zaman linkteki "part" yazısının sonundaki rakamı artırıp denemekte fayda var.

11 Mayıs 2007 Cuma

Spider-Man 3 - Eleştiri

Bu yazı yüksek dozda "spoiler" içermektedir.

--

Spider-Man 3 ile ilgili kısa bir giriş yazısı yazmış ve bir filmde 3 kötü adamın senaryoda boşluklara yol açabileceği hakkındaki endişelerimi dile getirmiştim. Bu endişe özellikle çizgi romanın takipçilerinde had safhadaydı. Yıllar boyunca ince ince işlenmiş "Spidey"in ve takipçilerinin kalbinde özel bir yeri olan Venom'un, diğer karakterlerle birlikte 140 dakikaya nasıl sığdırılacağı merak konusuydu.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Çizgi romanı eleştirimin tamamen dışında bırakacağım. Bunun nedeni, yönetmenin serinin tümü itibariyle çizgi romana tamamen bağlı kalmaması. "Venom'un hakkı yenmiş.", "Sandman çizgi romanda önemsiz bir karakterdi.", "Mary Jane uzun boyluydu, Kirsten Dunst olmamış.", "Harry Osborn evlenecekti, çocuğu olacaktı, evlenemeden öldü." tarzındaki ifadeler verdiği bir bilet ücreti ile kendini yönetmen ya da senarist ilan eden güruhun boş laflarından başka bir şey değildir.

Film, her şeyden önce içerdiği aksiyon ve görsel efektler bakımından diğer tüm Marvel uyarlamalarını geride bırakıyor. Bunda CGI teknolojisinin payı büyük, dolayısıyla da 250 milyon dolarlık bütçesi onu en yüksek bütçeye sahip Hollywood filmi yapıyor.

Şimdi de filmin en çok tartışılan ve zayıf bulunan yönlerine değinmek istiyorum. İlk olarak şunu belirtmekte fayda var: Spider-Man bir Batman olamaz ya da bu film bir Batman Begins değildir! Spider-Man elbette espri yapacaktır, gerektiğinde kahkahalar attıracaktır. Ancak gerçekten de, aksiyonun zirve yaptığı anlar gereksiz esprilerle bölünmüş. Atmosfer birazcık da olsa "karanlık" olabilirdi.

Yönetmen Sam Raimi'nin, gelecek Spider-Man filmlerini yönetmeyeceğini ilan etmesinden midir bilinmez, filmde bu kadar karakteri bir arada kullanması bana kalırsa hatalı olmuş. Venom ya da Sandman sıradaki film için dışarıda bırakılıp, bu filmde ona zemin hazırlanabilirdi. Ancak Venom'dan beklenenin aksine, Sandman ve New Goblin oldukça karizmatik olmuşlar.

Senaryodaki bazı kopukluklar ve yazımda belirttiğim diğer eksiklikler Spider-Man 3'ü asla kötü bir film yapmıyor, bana kalırsa serinin en iyisi. Gerçek bir sinemasever okuduğu eleştiriye göre film seçmez, sadece izlemek istediği için izler. Zaten sinemaya eğlenmek için gitmiyor muyuz?

Makinistin notu: Thomas Haden Church Sandman'i canlandırabilmek için 16 ay boyunca vücut çalışmıştır. Daha önce Sideways (2004) ile Oscar adaylığı bulunan Church, Spider-Man 3 ile ilk defa kendini bu kadar geniş bir kitleye izletme imkanı buldu. Venom'u canlandıran Topher Grace'in ise yakın zamanda büyük bir çıkış yakalayacağını düşünüyorum.