27 Temmuz 2008 Pazar

The Dark Knight - Eleştiri

Hiçbir filmi bunca yıl büyük bir heyecan içerisinde beklememiştim. Bunda hem Batman hem de Christian Bale fanatiği olmamın payı büyük elbette... Batman Begins ile tarihin en popüler çizgi roman karakterinin adeta küllerinden doğuşuna tanıklık etmiş her sinemasever gibi beklentilerimi her geçen gün artırarak 25 Temmuz'u iple çektim ve nihayet Kara Şövalye'yi IMAX'te izleme şansı buldum.

Batman'i özel yapan, onu diğer süperkahramanlardan ayıran özelliği, kahramanımızın "süper" olmaması aslında. O da tıpkı bizim gibi bir "insan". Bunu Batman Begins izleyiciye mükemmel bir şekilde vermişti. The Dark Knight da, Begins'in bıraktığı yerden bayrağı devralıyor.

Oyunculuklarla başlayacak olursak, Christian Bale -o keskin ve sert yüz hatlarıyla- mükemmel bir Bruce Wayne portresi çiziyor, tıpkı onu efsaneleştiren Batman kostümü içerisinde olduğu gibi. Özellikle yakın dövüşlerde vücut hareketlerini o kadar başarılı biçimde gerçekleştiriyor ki, sadece giymesi bile 20 dk. süren kostüm Bale'in hareketlerini ve ifadelerini hiçbir şekilde kısıtlayamıyor. Christian Bale'in, müthiş yeteneğine ve karizmasına rağmen hakettiği ilgiyi göremediğinden yakınırdım, ancak Bale son yıllarda yaptığı işlerle artık Hollywood'un en çok saygı duyulan, beğenilen ve aranan aktörleri arasına girmiş bulunmakta. Kendisini gelecek yaz Terminator Salvation'da John Connor olarak izleyeceğimizi de not düşeyim.

Ocak ayında kaybettiğimiz Heath Ledger'ın Joker performansı ise sinema tarihinde eşine pek rastlanmayacak cinsten. Rolün nasıl "yaşanacağını" gösteren merhum Ledger, bu rol ile "maalesef" kariyerini zirvede noktalamış oldu. Bale ile çok iyi bir uyum yakalayan Ledger jest ve mimikleriyle adeta bir "şaka" gibi. Onun hastaneden çıktığı sahneyi kim unutabilir ki?

Batman Begins'te Bale ile arasında bir "yakınlık" hissedemediğimiz ve o filmin belki de tek "zayıf halkası" olarak gördüğümüz Katie Holmes'un yerini The Dark Knight'ta Maggie Gyllenhaal alıyor. Oyunculuk ve Bale ile yakaladığı kimya açısından Gyllenhaal'ı başarılı buldum, ancak Bruce Wayne'in yanında gözler bir Kim Basinger ya da Michelle Pfeiffer aramıyor değil.

Büyük ustalar Michael Caine ve Morgan Freeman her zamanki gibi şahane. Bulundukları her sahnede rol çalmayı gerçekten iyi biliyorlar.

Gary Oldman, Begins'e kıyasla bu filmde daha ön planda, ve bu da çok iyi.

Harvey Dent rolünde Aaron Eckhart da "Beyaz Şövalye" ve "Two Face" arasındaki geçişi yaparken "kötü" olmanın ne kadar "kolay" olduğunu, iyi kalmak için nelerden fedakarlık yapılması gerektiği mesajını verirken onca usta oyuncu arasında çok iyi bir oyunculuk sergiliyor, hiçbir zaman geri planda kalmıyor. Öyle ki, birçok eleştiride Two Face'in daha ön planda olması gerektiği yazıldı. Ancak ben, Two Face'in filmde Batman ve Joker arasındaki -pek de kesin olarak çizilmeyen- "iyi - kötü" kavramına derinlik katması amacıyla yer aldığını dşünmekteyim.

Batman'in yeni oyuncağı Batpod da tıpkı Tumbler gibi son derece başarılı ve etkileyici bir tasarıma sahip. Kara Şövalye'nin daha rahat hareket edebilmesini sağlayan kostümde de iyi iş çıkarılmış. Kostümün tamamen siyah olması, önceki sarı renkli logonun kullanılmaması zaten Batman Begins'te beğenilmişti.

Hans Zimmer imzalı müziklere gelince... Begins'e kıyasla müziğin daha az sahnede kullanıldığını, bunun da atmosfere olumlu katkı yaptığını söyleyebilirim. Batman tema müziği filmde sadece 2-3 yerde kullanılıyor, bu da filmin karanlık havasının dağılmamasını sağlıyor. Özellikle Joker teması gerçekten rahatsız edici derecede başarılı. Ancak Begins'in soundtrack albümündeki bir Molossus kalitesinde parçaya The Dark Knight'ın albümünde rastlayamadım.

Ve Batman'in iç mücadelesi. Yönetmen Christopher Nolan burada farkını hissettiriyor. İlk filmde sıfırdan ortaya koyduğu karaktere artık Gotham'da ihtiyaç duyulup duyulmadığını sorgulatırken, fedakarlık olmadan kahraman olunmayacağı sonucuna izleyiciyi dramatik biçimde götürüyor. Ne Batman'i tam olarak iyiliğin, ne de Joker'i tam olarak kötülüğün timsali olarak gösteriyor, araya kesin bir çizgi çekmiyor yönetmen. Aksiyon sahnelerinde CGI kullanmaktan kaçınan Nolan ve görüntü yönetmeni Wally Pfister bizlere daha gerçekçi bir "görsel şölen" yaşatıyor.

The Dark Knight, bir süperkahraman filminden beklenmeyecek derecede yoğun bir film. İnsanın doğası hakkında -özellikle Joker üzerinden- ilginç çözümlemelerde bulunuyor. Filmin sadece Batman fanatiklerince değil, eleştirmenler tarafından da beğenilmesi, aldığı oylarla IMDb'de tüm zamanların 1 numarası olması ve kırdığı tüm hasılat rekorları da Oscar'ların habercisi olacaktır diye düşünüyorum.

Toprağın bol olsun Heath Ledger. Artık herkes seni ne ile hatırlayacağını iyi biliyor.

17 Temmuz 2008 Perşembe

Terminator Salvation

"Terminator 4", "Terminator Salvation: The Future Begins" derken sonunda serinin yeni filminin adı da kesinleşti: Terminator Salvation. Terminator fanatiklerinin çoğu, film hakkında büyük bir beklenti içerisinde değil. Her ne kadar Christian Bale imzalı bir John Connor izleyecek olmamız yüreğimize su serpse de, Arnold Schwarzenegger'in bıraktığı "yok edici"yi oynayacak kişinin henüz kesinleşmemiş olması endişe verici. Rol için adı geçen kişi Josh Brolin, ancak pek de heyecan verici bulduğumuz biri değil maalesef.

Bu arada, Terminator Salvation'ın teaser'ı yayınlandı, fakat film hakkında bir fikir vermekten uzak. 2009 yazında gösterime girecek olan filmin neye benzeyeceğini ancak bir sonraki fragmanda anlayabileceğiz.

8 Temmuz 2008 Salı

Hancock - Eleştiri

Yaz filmlerini severim... Yaz günlerinin o bunaltıcı sıcağında, hem eğlenmek hem de dinlenmek için idealdirler... Üstelik gişe rekortmeni "blockbuster"lar "mutlaka" yaz dönemlerinde izleyiciyle buluşur.

Bunlardan biri de Hancock. Hancock, beyaz perdede pek eşine rastlayamadığımız bir süperkahraman. Superman, Spider-Man ve Batman gibi popüler kahramanlardan ayrılan yanı yaşam tarzı. Sokakta yatıyor, içki şişesini elinden düşürmüyor, ağzı bozuk ve onu ayrı kılan daha nice özellikleri var.

Hancock'un bir özelliği de tamamen "özgün" bir karakter olması. Yani bir çizgi-roman uyarlaması değil. Bu özgün senaryonun 12 yıllık bir geçmişi var. Film için her ne kadar Michael Mann ve Tony Scott gibi yönetmenlerin adı geçmiş olsa da Hancock, The Kingdom ile kendini ispatlayan Peter Berg tarafından yönetildi. Mann ise Will Smith ile birlikte yapımcı koltuğunda.

Orjinal bir senaryo, mükemmele yakın görsel efektler, iki defa Oscar adayı olmuş gişe avcısı Will Smith ve Oscar'lı güzel aktris Charlize Theron... Mükemmel bir karışım. Will Smith'in o tarif edilemez yüz ifadesi, bıkkın bir süperkahramanı olağanüstü bir gerçeklikte resmediyor. Görsel efektlerin kalitesi, benzersiz aksiyon sahneleri ve "fizik kurallarına" uygun hareket eden cisimler sizi görselliğe doyuruyor. Her ne kadar Charlize Theron'un "aksiyona dahil olduğu" sekanstan sonra yaşanan romantizm Hancock'un asıl meselesinden bizi uzaklaştırsa da, ve yine her ne kadar Hancock karakteri derinlemesine analiz edilmemiş olsa da; izleyici filmin sonunda, gayet tatmin olmuş bir şekilde salonu terk ediyor. Ve böylece Hancock, vaad ettiği aksiyon ve komediyi yerine getirerek bir yaz filmi olarak amacına ulaşıyor.

Bir söz de oldum olası takdir ettiğim ve beğenerek izlediğim, favori aktörlerimden olan Will Smith için... Daha çok bilim-kurgu ve aksiyon janr'larını tercih eden, oyunuculuğunu dramalarda iki Oscar adaylığı ile kanıtlayan Smith'in filmografisi gösteriyor ki, Will Smith bir filmde başrolde ise o filmin yüksek gişe hasılatı getirmesi garantidir. Bu yüzden ben, bu filmin bir serinin habercisi olduğunu düşünüyor ve Hancock'a bir devam filmi bekliyorum.


Bu yaz sinemalarda adeta bir görsel şölene tanıklık ediyoruz. Önce Indy kapımızı çaldı, sonra Wanted. Dreamworks'ün Kung Fu Panda'sı ve Oscar'a doymayan Pixar'ın son şaheseri WALL-E de bu yazın bombalarından. Fakat asıl bomba 25 Temmuz'da patlayacak: The Dark Knight.

29 Mart 2008 Cumartesi

Gran Torino: Dirty Harry 6 mı?

Bildiğiniz gibi, Clint Eastwood oyuncu olarak, Million Dollar Baby ile son kez beyaz perdede yer almıştı. Fakat Warner Bros’un 2008 içerisinde gösterime girecek olan, Eastwood’un yöneteceği, üstelik başrolde yer alacağı “Gran Torino” adlı bir filmi duyurmasıyla birlikte tüm sinemaseverler heyecanlandı.

Senaryo ile ilgili birçok iddia ortaya atıldı, ancak içlerinden biri “sağlam” kaynaklara dayanıyordu. Bu iddiaya göre, Gran Torino ile Eastwood, karşımıza son bir kez daha Müfettiş “Kirli” Harry Callahan olarak çıkacak. Henüz yapımcı firma ve Eastwood tarafından doğrulanmamış olsa da “Gran Torino”, Dirty Harry serisinin “Unforgiven”ı olabilir. Umarım; Sylvester Stallone, Bruce Willis ve Harrison Ford’dan aşağı kalır yanı olmayan 78’lik delikanlı Eastwood bize son bir kez daha o efsane repliğini tekrarlatır.

10 Mart 2008 Pazartesi

aXXo Geri Döndü

Kasım ayında, bilinmeyen bir nedenden dolayı ortadan kaybolan aXXo 9 Mart'ta geri döndü. Üstelik "I Am Legend" ile bir "gönderme" yaparak. Bakalım II. aXXo dönemi ne kadar sürecek?

http://www.mininova.org/user/aXXo

25 Şubat 2008 Pazartesi

Oscar'ın Tarihi

2008 Oscar Ödülleri, dün muhteşem bir gece ile sahiplerini buldu. Coen Kardeşler'in "No Country for Old Men"i 4 ödül ile geceye damgasını vurdu. "En İyi Erkek Oyuncu" dalında Daniel Day-Lewis ve "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında Javier Bardem beklendiği üzere heykelciklerin sahibi olurken, "En İyi Kadın Oyuncu" dalında Marion Cotillard ve "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dalında Tilda Swinton favorileri geride bıraktı. Ayrıca, 2007'nin en iyi filmlerinden biri olan The Bourne Ultimatum da geceyi "En İyi Ses Efekti", "En İyi Kurgu" ve "En İyi Ses Kurgusu" dallarında kazandığı toplam 3 ödül ile kapattı.

Hazır ödüller de sahiplerini bulmuşken Oscar'ın ilginç olaylarla dolu geçmişine ışık tutmak istiyorum. İşte bu yıl 80. yıldönümünün kutlandığı Akademi Ödülleri'nin tarihi:

Sinema Sanat ve Bilimleri Akademisi (The Academy of Motion Picture Arts and Sciences) mesleki ve onursal bir organizasyon olup 6.000’den fazla sinema sanatçısından oluşur. Her yıl verdikleri sinema ödülleriyle kamuoyunda tanınıyor olsa da, Akademi'nin asıl amacı sinema sanatı ve bilimlerinin ilerlemesidir. Bu amaç doğrultusunda Akademi kendi üyeleri arasındaki kültürel, eğitsel ve teknolojik işbirliğini desteklemekte ve endüstrinin çeşitli kolları arasında bir forum yaratmaktadır. Kendi üyelerinin bakış açılarını yansıtır ve profesyonel sinemacılarla halk arasındaki kültürel etkinlikleri teşvik eder.

Ekonomik, siyasi ve işgücüyle ilgili konular akademinin ilgi alanı dışında kalır. İlk olarak Mayıs 1927’de kar amacı gütmeyen bir dernek olarak kurulan Sinema Akademisi’nin 36 kurucu üyesi yapımcılardan ve ışıkçılardan oluşmaktaydı. Akademi'nin ilk başkanı Douglas Fairbanks, Sr. olup sonraki başkanlığını yapan isimler arasında Frank Capra, Bette Davis, Jean Hersholt, George Stevens, Robert E. Wise, Karl Malden, Arthur Hiller ve Robert Rehme gibi isimler bulunmaktaydı. Şu anki başkan Sid Ganis ise 2005 Ağustos’undan beri bu görevdedir.

Oscar Ödülleri Tarihi

16 Mayıs 1929’da ilk Akademi ödülleri sahiplerine verildiği sırada sesli filmler henüz yeni çekilmeye başlamıştı. İlk ödül töreni Hollywood Roosevelt Hotel’de 270 davetlinin katılımıyla düzenlenmiş ve konuk biletleri 5 dolardan satılmıştı. Nutuklarla dolu uzun bir törendi ve heykelcikler o zamanki Akademi Başkanı Douglas Fairbanks tarafından verilmişti.

Bugünlerde bütün dünyayı saran Oscar heyecanı, ödül töreninin her zamanki karakteristiği değildi. Ödüllerin ilk verildiği yıl, ödül sahipleri törenden üç ay önce ilan edilmişti. Ödüllerin dağıtıldığı ilk on yıl boyunca değerlendirme sonuçları Oscar ödül töreninin yapılacağı gece saat 11’de gazetelere bildirilirdi. Ancak 1940 yılında Akademi’yi çok sarsan bir durum meydana geldi ve Los Angeles Times gazetesi ambargoyu kırarak o akşamki baskısında ‘Oscar ödüllerini kimin aldığını’ yazdı. Törene gelecek konuklar daha salona girmeden sonuçlardan haberdar edilmiş oldular. Bu yüzden bir sonraki yıldan geçerli olmak üzere ‘kapalı zarf’ sistemi geliştirildi ve o günden beri ödülü kazanan adayın açıklanması prosedürü bu şekilde işlemekte.

Son zamanlardaki ateşli ilgiyle kıyaslanmasa da ilk yıllardan beri Akademi Ödülleri çok büyük ilgi odağı oldu. 1929’daki ilk ödül töreni medya ilgisinden kaçan tek tören olmuştu. İkinci yıldan itibaren akademi ödüllerine yönelik coşku o boyutlara varmıştı ki Los Angeles radyosu bir saat boyunca törenden canlı yayın yapmıştı. O zamandan beri ödül töreni naklen yayınlanır.

Giderek artan sayıdaki katılım nedeniyle 1940’lı yıllardan itibaren ödül töreni otellerde değil büyük tiyatro salonlarında yapılmaya başladı.

16. ödül töreni Grauman's Chinese Theatre’da yapıldı ve ilk defa bir radyo ağıyla denizötesindeki Amerikan askerlerine de naklen yayın gerçekleştirildi. Üç yıl boyunca Grauman's tiyatro salonunda yapılan tören daha sonra Shrine Civic Auditorium’a taşındı. Bundan iki yıl sonra Mart 1949’daki 21. ödül töreni akademinin kendisine ait olan Melrose Avenue Theater’da yapılmaya başlandı.

Akademi ödül töreni ilk kez 19 Mart 1953’te televizyondan canlı olarak yayınlandı. NBC-TV ve radyo ağı 25. Akademi Ödül törenlerini Hollywood’tan canlı olarak yayınlarken ödül törenini Bob Hope yönetmiş ve New York NBC International Theatre’da bulunan Fredric March programı anlatmıştı.

Zaman içinde ödül töreninin gerçekleştirdiği salonlar ve yayına aracılık eden kurumlar değişti. 2002 yılından beri Akademi Ödülleri Hollywood’taki Kodak Theatre ve Highland Center’da gerçekleştiriliyor.

Oscar Heykelciği’nin Öyküsü

Bu heykele “Akademi Heykelciği" "golden trophy" gibi isimler veriliyordu. Hatta bir keresinde eğlence derigisi Weekly Variety bu heykeciğe “Demir Adam” adını takmaya kalktı. Neyse ki bu isim tutmadı. Şu an kısaca “Oscar” adını verdiğimiz heykelcik 1928’de ortaya çıkmıştı ve esasen elinde bir haçlı kılıcı tutan bir şövalyeyi temsil etmekteydi. Bu şövalye ise bir film rulosu ve beş sütün üzerinde durmaktaydı. Bu beş sütun Akademi’nin beş orijinal dalını simgeliyordu: Aktörler, yazarlar, yönetmenler, yapımcılar ve teknisyenler.

Yaklaşık 3 kilo 900 gram ağırlığında 34 cm. boyundaki heykel MGM’nin baş sanat yönetmeni Cedric Gibbons tarafından dizayn edildi. Gibbon’un asistanı Frederic Hope orijinal siyah Belçika mermer tabanı yarattı ve sanatçı George Stanley dizaynın heykelini yarattı. Ve California Bronz Dökümhanesi ilk heykelciği bronzdan döktü ve 24 ayar altınla kapladı.

Oscar adı nereden geliyor?

Kesin olmamakla birlikte çok bilinen bir öyküye göre, akademi kütüphanesinde çalışan ve sonradan yöneticlik pozisyonuna kadar yükselecek olan Margaret Herrick bu heykelciğin “Oscar amcasına benzediğini” söylemişti. Bunun yazılı kaynaklarda ilk defa dile getirilmesi 1934 yılındaki ödül töreninden sonra oldu. Hollywood haberleri yazarı Sidney Skolsky, Katharine Hepburn’ün o yıl “En İyi kadın Oyuncu” ödülü almasına değinirken ‘Oscar’ adını kullandı. 1939 yılına kadar Akademi bu ismi resmen kullanmadı.

Oscar’ın görünümü zaman içinde değişikliğe uğradı. 1930’lardan 1950’lere kadarki sürede çocuk oyunculara heykelciğin minyatür replikaları verildi. Vantrolog Edgar Bergen’e verilen ise ‘çenesi hareketli’ tahta bir oscar heykelciğiydi. Walt Disney’e ise, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceleri temsilen, bir tam boy ve yedi küçük boy Oscar heykelciği verilmişti. İkinci Dünya Savaşı sırasında seferberliğe destek olarak 1942 ve 1944 yıllarındaki Oscar’lar plastikten yapılmış ve savaştan sonra ‘altın heykelciklerle değişitirilecekleri’ söylenmişti. Ayrıca 1945’ten itibaren heykelin taban kaidesi yükseltildi ve mermer yapı metalle değiştirildi. 1949’dan itibarense Akademi Ödülü olan heykelcikler 501’den itibaren numaralandırılmaya başlandı.


Makinistin notu: Uzun zaman önce derlediğim ve yaklaşık bir yıldır "Download" etiketi altında bulunan "Oscar Ödülleri Tarihçesi" dosyasını güncelledim.

Buradan indirebilirsiniz.

Christian Bale Yeni John Connor

Kasım ayından bu yana süre gelen, Christian Bale'in yeni Terminator filminde John Connor'ı oynayacağına dair söylentiler nihayet son buldu. Bale'in John Connor olacağı "resmen" açıklandı. Projeye, James Cameron'un 2009'da gösterime girecek "Avatar" filminde başrol oynayacak olan Sam Worthington da dahil oldu. Terminator Salvation: The Future Begins'te son olarak, No Country for Old Men'in yıldızı Josh Brolin'i de -henüz kesinleşmemiş olsa da- izleme şansı bulacağız.

Her ne kadar filmin yönetmeni McG hakkında sinemaseverler olarak şüphelerimiz olsa da kadroda Christian Bale'i görmek endişelerimizi tamamen gideriyor.

9 Şubat 2008 Cumartesi

John Rambo

Gerçekten mükemmel. Tek kelimeyle muhteşem. Hem senarist, hem yapımcı, hem yönetmen ve hem de aktör olarak ustalığını sergileyen 61'lik delikanlı Sylvester Stallone biz ramboseverleri, uzun yıllardır beklenen filmi "Rambo" ile büyülemekle kalmadı; ağzımızı adeta bir karış açık bıraktı.

Stallone, Rocky (1976) ile "En İyi Erkek Oyuncu" ve "En İyi Orjinal Senaryo" dallarında elde ettiği Oscar adaylıkları bu alanlardaki yeteneğini kanıtlamıştı. 2006'da Rocky serisinin son filmi "Rocky Balboa" (2006) ile de yönetmen olarak bu işi bildiğini göstermişti.

50 milyon $ bütçeli Rambo, belki de tüm sinema tarihinin en fazla "vahşet" içeren filmi. Öyle ki, filmde tam 236 kişi can veriyor. Fakat bu vahşet, zaten Rambo'dan beklendiği, ve son yıllarda birçok filmde rastlanılmasından ötürü belki de kanıksandığı için Rambo fanatiklerini zerre kadar rahatsız etmiyor. Patlayan mayınlar, havada uçuşan kol ve bacaklar, mermi deliklerinden arkası görünen cesetler... Ve özellikle, II. Dünya Savaşı'ndan kalma bir bombanın patladığı bir sahne var ki, Sly'ın yönetmenliğine şapka çıkartıyorsunuz. Ayrıca Sly zaten film boyunca yaşına göre güçlü ve zinde, en fazla 50 yaşında gösteriyor.

Film, John Rambo'nun geçmişine göndermeler yaparken, bilinçaltında yaşadıklarını da gözler önüne seriyor. Basit bir kayıkçı olarak hayatına devam etmek bir savaş makinesi olarak özüne dönmek arasında seçim yapan Rambo, ilerlemiş yaşına rağmen hem görsel olarak izleyiciyi doyuruyor; hem de ramboseverlerin eski günleri yad etmesini sağlıyor.

Esir alınan Kızılhaç gönüllüsü rolünde Julie Benz gayet iyi. "School Boy" keskin nişancı rolünde Matthew Marsden de iyi iş çıkarıyor, ve bana kalırsa Rambo'daki performansı sayesinde Marsden'i bundan sonra yine böyle büyük yapımlarda izleme olanağı bulacağız.

Filmin aldığı olumlu eleştiriler ve elde ettiği yüksek gişe hasılatı, bundan sonra bir ya da iki adet daha Rambo filmi izleyebileceğimizi gösteriyor. Ne diyelim, Stallone 60'ından sonra böyle harika işler çıkartmaya devam edecekse, bizlere izlemekten başka yapacak bir şey düşmez. 2008'de görebileceğimiz en iyi aksiyon filmlerinden biri olduğunu düşündüğüm Rambo'yu sadece fanatiklerine değil, gerçekten "iyi bir film" görmek isteyen tüm sinemaseverlere tavsiye ediyorum. Gidin ve görün, pişman olmayacaksınız.

Adı: John James Rambo
Doğum Tarihi: 6 Temmuz 1946
Doğum Yeri: Bowie, Arizona, ABD
Irk: Alman baba ile Navajo kızılderilisi anne
Orduya Katılışı: 6 Ağustos 1964
Vietnam Görevi: 1966-67 ve 1969-71
Savaş Esiri: 1971-72
Zihinsel Problemi: PTSD (Travma sonrası stres bozukluğu)

8 Şubat 2008 Cuma

Hancock

Son olarak I Am Legend'ta izlediğimiz Will Smith, filmin bekleneni verememiş olmasına rağmen sergilediği usta oyunculukla filmi iyi bir noktaya taşımayı başarmıştı. Bundan böyle büyük bütçeli aksiyon filmlerinin aranan oyuncusu olan Smith, bu kez Peter Berg'in (The Kingdom)yönettiği Hancock ile karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.

John Hancock bir süper kahraman. Ancak bilindik süper kahramanlardan biraz farklı. Ağzından alaycı laflar eksik olmaz. Hem kurşun geçirmez bir vücuda sahip; hem de sesten hızlı hareket edebiliyor. Ancak Hancock, bu süper güçlerini kullanmaya geldiğinde maalesef biraz "sakar" kalıyor.

The Pursuit of Happyness ile favori aktörlerim arasına giren Will Smith, Hancock ile beni epey heyecanlandırdı ve Hancock, takip ettiğim filmler listeme ikinci sıradan girdi. Eğer mizah dolu ustaca bir senaryo hazırlanır ve bu senaryo fragmanda vaad edilen mükemmel görsel efektlerle birleştirebilirse Hancock, 2008'in en iyi filmlerinden biri olacaktır.

16 Ocak 2008 Çarşamba

Oscar Yarışı Hızlandı

65. Altın Küre Ödülleri sahiplerini bulmuş ve 80. Akademi Ödülleri’ne aday olan filmlerin açıklanmasına bir haftadan daha az bir süre kalmışken, önemli dallardaki “adaylıklar” sinemaseverler tarafından rahatlıkla tahmin edilebiliyor. Buna rağmen, “favorilerin” tahmin edilememesi ise oldukça ilginç. Benim de, adaylık için aklımdan geçen birçok oyuncu ve film var.

Öncelikle “En İyi Film” Oscar’ı için, Altın Küre galibi “Atonement” ile birlikte “There Will Be Blood”, “Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street” ve “No Country for Old Men” adaylıklarına kesin gözüyle baktığım filmler. Geriye kalan bir film ise, akademinin artık adeta bir “gelenek” haline getirdiği bir “sürpriz” ama çok kaliteli bir yapım olacaktır.

“En İyi Yönetmen” dalında bu sene Clint Eastwood’suz bir mücadele yaşanacak. Bu dalda ise, Tim Burton ve Coen Kardeşler arasındaki çekişmeye Paul Thomas Anderson dahil olabilir. Kendisini favori olarak görmesem de, bir diğer adaylığı da Joe Wright’tan bekliyorum.

“En İyi Erkek Oyuncu” dalında, ayrı kategorilerde Altın Küre alan Johnny Depp (Sweeney Todd) ve Daniel Day-Lewis’ten (There Will Be Blood) biri Oscar’ı kucaklayacaktır. Bu dalda sürpriz yapabilecek biri varsa, o da Viggo Mortensen’den (Eastern Promises) başkası olamaz. Diğer iki kontenjan için iddialı olan epey aday var ama bunların içinden James McAvoy (Atonement) bir adım öndeymiş gibi geliyor bana.

“En İyi Kadın Oyuncu” dalında Jodie Foster’dan (The Brave One) bir adaylık beklesem de Foster, altın heykelciğe oldukça uzak duruyor. Keira Knightley (Atonement) de keza öyle. Bu daldaki en güçlü isim, Altın Küre’yi de kucaklayan Julie Christie (Away From Her).

“En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında ise, Javier Bardem’in 25 Şubat gecesi evine ödülle dönmesine kesin gözüyle bakılıyor. Önceden Ben Affleck’in kardeşi olarak tanınan, ancak son filmleriyle büyük çıkış yakalayan Casey Affleck (The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford) de bu dalda adaylık sahibi olacaktır. Bu dalın sürpriz bir adaylığı Ben Foster’a gidebilir. Foster, “3:10 to Yuma”da çok iyi bir oyunculuk sergilemişti.

“En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında Amy Ryan (Gone Baby Gone) ve Cate Blanchett (I'm Not There) arasında bir çekişme yaşanacak. Blanchett’in 2004’te “The Aviator” ile bu daldaki ödülü kucaklamış olması ise bana göre bir handikap değil. Oscar tarihi aynı dalda arka arkaya iki yıl ödül alan oyuncularla dolu. Bu dalda bir adaylık da İngiliz aktris Tilda Swinton’dan (Michael Clayton) gelecektir.

Son olarak, “En İyi Animasyon” dalı, bence tüm dallar içerisinde bir favori sahibi olan tek dal. Pixar, geçen sene “Cars” ile son anda kaptırdığı heykelciği bu sefer “Ratatouille” ile kimselere kaptırmayacaktır. Üstelik, Ratatouille’un diğer dallarda da Oscar adaylığı kazanma ihtimali oldukça yüksek. Bu dalda diğer iki kontenjanın sahiplerinin; “Beowulf”, “The Simpsons Movie” ve “Bee Movie” yapımlarının arasından çıkması neredeyse kesin gibi.

Oscar yarışının hızlandığı şu günlerde, adayların kendilerine yer bulma mücadelesi son dakikaya kadar sürecek gibi görünüyor. Akademi, adaylıkları 22 Ocak’ta açıklayacak, ve ödüller Hollywood'daki Kodak Theatre'da Jon Stewart'ın ev sahipliğinde 24 Şubat gecesi sahiplerini bulacak.

4 Ocak 2008 Cuma

Sinemanın İlkleri

Derleyebildiğim kadarıyla dünya sinemasının ilkleri:

İlk film gösteriminin yapıldığı mekan: Paris’te Capucines Bulvarı’ndaki Grand Cafe (1895, Auguste ve Louis Lumiere - Lumiere Kardeşler)

İlk (ücretli) senaryo yazarı: Gazeteci Roy L. McCardell (1900)

İlk film stüdyosunu kuranlar: Mucit Thomas Alva Edison ve Fransız yönetmen Georges Méliès

İlk bilimkurgu filmi: Le Voyage dans la Lune (1902, Aya Seyahat, George Méliès)

Konulu ilk film: Aya Seyahat (1902, Georges Méliès)

İlk western film: The Great Train Robbery (1903, Büyük Tren Soygunu, Edwin S. Porter)

Konulu ilk uzun metrajlı film: The Story of The Kelly Gang (1906, Charles Tait)

İlk gangster filmi: Musketeers of Pig Alley (1912, Domuz Sokağı Silahşörleri, David W. Griffith)

İlk tarihi film: Qua Vadis (1913, Enrico Guazzoni)

Ekspresyonist sinemanın ilk örneği: Das Cabinet des Dr. Caligari (1920, Dr. Caligari'nin Muayenehanesi, Robert Wiene)

Polisiye filmin ilk yetkin örneği: Das Cabinet des Dr. Caligari (1920, Dr. Caligari’nin Muayenehanesi, Robert Wiene)

İlk Dracula öyküsü: Nosferatu (1922, Friedrich Wilhelm Murnau)

İlk renkli film: The Black Pirate (1926, Albert Parker)

İlk sesli film: The Jazz Singer (1927, Caz Şarkıcısı, Alan Crosland)

Akademi ödülünü (Oscar) kazanan ilk film: Wings (1928, Kanatlar, William A. Wellman)

Akademi ödülünü kazanan ilk yönetmenler: Lewis Milestone (Two Arabian Knights, 1928) ve Frank Borzage (Seventh Heaven, 1928)

Akademi ödülünü kazanan ilk aktör: Emil Jannings (1928, The Last Command ve the The Way of All Flesh, 1927)

Akademi ödülünü kazanan ilk aktris: Janet Gaynor (1928, Seventh Heaven, 7. Cennet)

Dublajın uygulandığı ilk film: Hallelujah! (1929, King Vidor)

İlk müzikal film: The Broadway Melody (1929, Broadway Melodisi, Harry Beaumont)

İlk animasyon müzikal: The Skeleton Dance (1929, İskelet Dansı, Walt Disney)

İlk sesli İngiliz filmi: Blackmail (1929, Şantaj, Alfred Hitchcock)

Oscar kazanan ilk western film: Cimarron (1931, Wesley Ruggles)

İlk sesli epik western: The Big Trail (1931- Raoul Walsh. The Big Trail, John Wayne’in de ilk önemli filmiydi.)

Dünyanın ilk ve en uzun süredir devam eden film festivali: Venedik Film Festivali (1932’den beri. Yalnız ödüller ilk olarak 1934’te verilmeye başlandı)

Tümü renkli olan ilk animasyon: Flowers and Trees (1933, Çiçekler ve Ağaçlar, Walt Disney).

En önemli 5 kategoride (Film, Yönetmen, Senaryo, Erkek Oyuncu ve Kadın Oyuncu) Oscar kazanan ilk film: It Happened One Night (1934, Bir Gecede Oldu, Frank Capra)

4 kez en iyi yönetmen Oscar'ını kazanan ilk ve şimdilik tek yönetmen: John Ford (1935’te The Informer (Muhbir), 1940’ta The Grapes of Wrath (Gazap Üzümleri), 1941’de How Green Was My Valley (Vadim O Kadar Yeşildi Ki) ve 1952’de The Quiet Man (Kadın Satılmaz) filmleriyle)

Uzun metrajlı ilk animasyon: Snow White and the Seven Dwarfs (1937, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Walt Disney)

İki yıl üst üste Oscar kazanan ilk aktris: Luise RainerThe Great Ziegfeld (1936) ve The Good Earth (1937)

İki yıl üst üste Oscar kazanan ilk aktör: Spencer TracyCaptains Courageous (1937) ve Boys Town (1938)

En iyi film Oscar'ını kazanan en uzun süren film: Gone with the Wind (Rüzgar Gibi Geçti, 1939, Victor Fleming - 234 dakika)

En iyi film Oscar'ını kazanan ilk renkli film: Gone With The Wind (1939)

İlk film-noir (kara film): The Maltese Falcon (1941, Malta Şahini, John Huston)

Kesintisiz tek çekimden oluşan ilk film: Rope (1948, Alfred Hitchcock)

Sinemaskop tekniğinin uygulandığı ilk film: The Robe (1953, Zincirli Köle, Henry Koster)

11 dalda Oscar kazanan ilk film: Ben-Hur (1959, William Wyler) - Diğer filmler de şöyle: Titanic (1997, Titanik, James Cameron) ve The Lord of the Rings: The Return of the King (2003, Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü, Peter Jackson)

En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar kazanan ilk Fransız aktris: Simone Signoret (1959, Room at the Top, Tepedeki Oda)

En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar kazanan ilk zenci aktör: Sidney Poitier (1963, Lilies of the Field, Çayırdaki Zambaklar)

Oscar kazanan ilk devam filmi: The Godfather: Part II (1974, Baba 2, Francis Ford Coppola)

Aynı adla vizyona giren ilk devam filmi: The Godfather: Part II (1974, Baba 2, Francis Ford Coppola)

Oscar tarihinde aynı yıl iki filmle yönetmen dalında aday olan ilk yönetmen: Francis Ford Coppola (The Godfather: Part II ve The Conversation - 1974)

En İyi Yönetmen dalında Oscar kazanan ilk Çek yönetmen: Milos Forman (1975, One Flew Over the Cuckoo's Nest, Guguk Kuşu)

Amerikan ve İngiliz filmleri hariç en iyi film Oscar'ını kazanan ilk ve şimdilik tek yabancı film: The Last Emperor (1987, Son İmparator, Bernardo Bertolucci)

En iyi yönetmen Oscar'ını kazanan ilk İtalyan yönetmen: Bernardo Bertolucci (The Last Emperor)

İzleyicileri ölüme karşı sigortalayan (1000 $) ilk ve tek korku filmi: Macabre (1958, William Castle)

Cannes Film Festivali ilk kez 1946'da yapıldı.

Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü iki kez kazanan ilk yönetmen: Francis Ford Coppola (1974’te The Conversation, ve 1979’da Apocalypse Now filmleriyle)

Cannes Film Festivali tarihinde bugüne değin; en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi oyuncu dallarında ödül alan ilk ve şimdilik tek film: Barton Fink (1991, Joel ve Ethan Coen)

Cannes Film Festivali tarihinde üç kez en iyi yönetmen seçilen ilk ve şimdilik tek yönetmen: Joel Coen (1991’de Barton Fink, 1996’da Fargo ve 2001’de The Man Who Wasn't There filmleriyle)

Tüm dünyada aynı anda gösterime giren ilk Hollywood filmi: A Few Good Men (1992, Birkaç İyi Adam, Rob Reiner)

En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar kazanan ilk zenci aktris: Halle Berry (2001, Monster's Ball, Kesişen Yollar)

Cannes Film Festivali tarihinde yarısında terk edilen ilk ve şimdilik tek film: Irréversible (Dönüş Yok, 2002, Gaspar Noé)

En İyi Yönetmen dalında Oscar kazanan ilk Polonyalı yönetmen: Roman Polanski (2002, The Pianist, Piyanist)

En İyi Yönetmen dalında Oscar kazanan ilk Yeni Zelandalı yönetmen: Peter Jackson (2003, The Lord of the Rings: The Return of the King)

Oscar kazanan ilk Tayvanlı yönetmen: Ang Lee (2005, Brokeback Mountain)

Oscar'a aday gösterilen ilk İspanyol oyuncu: Penélope Cruz (2006, Volver, Dönüş, Pedro Almodóvar)

Digital Theater System (DTS) ile vizyona giren ilk film: Jurassic Park (1993, Steven Spielberg)

Tümü dijital kamerayla çekilen ilk film: Vidocq (2001, Pitof)

Bir film için "20 milyon $" alan ilk oyuncu: Jim Carrey (1996, The Cable Guy)

kaynaklar: IMDb, Wikipedia, forum siteleri